21 Ekim 2014 Salı

Alî Şîr Nevâî


Kaşgarlı Mahmut’un Divânu Lügâti’t-Türk isimli eserinde Türkçeyi Doğu ve Batı Türkçesi olarak ikiye ayırdığını biliyoruz. Alî Şîr Nevâyî Doğu Türkçesinin 15. yy. da yaşamış en önemli ismidir. Timurlular zamanında Herat ve Maverâü’n-nehr (nehrin öte tarafı) de bir kültür ve edebiyat muhiti oluşmuş, Herat üslubu denilen bir üslubun ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Bu dönemin önemli şairleri Lütfî, Hüseyin Baykara, Yakinî ve Alî Şîr Nevâyî’dir.
Alî Şîr Nevâyî 844h/1441m de Herat’da doğmuştur. Babasının adı Kiçgine Bahşi’dir. Devrin sultanı Hüseyin Baykara’nın yakın arkadaşı olarak büyüyen Alî Şîr Nevâyî daha sonra da onun yanından ayrılmamış ve devlette önemli görevler almıştır. ‘Alî Şîr’ divan kâtibi demektir ve Nevâyî’nin mühürdarlıktan sonra aldığı en önemli görevidir. Kendisi de şair olan H. Baykara Nevâyî’yi yönlendirmiş, kimi eserlerinin yazılmasında bizatihi rol almıştır.
Alî Şîr Nevâyî 1501 tarihinde Herat’da vefat etmiştir.
Alî Şîr Nevâyî’nin Eserleri:
1. Külliyât-ı Devâvîn:
Nevâyî edebiyatımızda 7 divan külliyatına sahip tek şairdir. Bu külliyâtı oluşturan divanlar şunlardır:
1. Bedâyiü’l- bidâye
2. Bedâyiü’l- vasat
3. Nevâdirü’l- nihâye
4. Nevâdirü’ş- şebâb
5. Fevâyiü’l- kiber
6. Hazaniü’l- Meânî
7. Farsça Divan
2. Mecâlisü’n- nefâis:
Türkçenin bildiğimiz ilk tezkiresi olan eser 461 şairi konu edinir.
3. Muhakemetü’l- lugateyn:
Nevâyî’nin bu eseri onun dil alanındaki milli duruşunu sergilemesi bakımından önemlidir. Farsça ile Türkçeyi mukayese eden bu eser de Türkçenin Farsçaya üstünlüğü gözler önüne serilmek istenmiştir. 1499’da kaleme alınan eserin 4 nüshası bulunmaktadır.
4. Mir’âtü’l- evzân:
Aruz vezni hakkında derli toplu bilgi vermeyi amaçlayan bir kitaptır. Nevâyî’nin bu eserde aruz vezninin yayılma nedenleri arasında Kur’an-ı Kerim’deki ayetlerin bazısının bu vezne mutabık düşmesini söylemesi orijinal bir tespittir.
5. Hamse:
Hamse sahibi olan şair şu mesnevîleri kaleme almıştır.
1. Hayretü’l- ebrar (1483)
2. Leylâ ile Mecnûn (1484)
3. Ferhâd ile Şirin (1484)
4. Seba-yi Seyyâre (1484)
5. Sedd-i İskenderi (1485)
6. Lisânü’t- tayr
6. Çihl Hadis:
Nevâyî’nin hadis kitabıdır.
Şair birden fazla mahlas kullanan şairlerimizdendir. Farsça şiirlerinde ‘fânî’ mahlasını kullanmıştır.

HAKKINDA E KİTAP:
Sadece Çağatay Türkçesi’nin değil, bütün Türk edebiyatının en büyük şairlerinden olan Nevai, Herat’ta dünyaya geldi. Babası Kikçine Bahşı adlı zengin bir beydi. Kikçine Bahşı, Timuroğulları’ndan Ebul Kasım Babür’ün hizmetinde bulunmuştur. Fakat ülkesinde çıkan karışıklıklar yüzünden, oğlu Ali Şir ile beraber yurdundan uzaklaşmış, Irak’a gitmiş ve Nevai’nin ilk gençlik yılları, bu yüzden, vatanından uzakta geçmiştir. Nevai, babasının ölümünden sonra, yine Ebul Kasım Babür tarafından himaye edilmiş ve iyi bir tahsil görerek yetişmiştir. Hayatının en önemli kısmı çocukluk ve mektep arkadaşı Horasan Hükümdarı Hüseyin Baykara’nın yanında geçmiştir. Herat Sarayı’nda mühürdarlık görevinde bulunmuş, vezirlik ve emirlik ünvanları taşımıştır. Onun görevde bulunduğu dönemde devlet, hem idari hem de ilmi bakımdan yükselmiştir. Onun sayesinde Herat şehri, bir bilim ve kültür merkezi olmuştur.
Nevai’nin birçok alanda yenilikler yaparak devleti ilerletmesi siyasi rakiplerini rahatsız etmiş ve iftiralara uğramasına yol açmıştır. Bunlardan rahatsız olan Nevai, bir müddet emirlikten uzaklaşmıştır. Bir müddet sonra Nevai, Esterabad Emirliği vazifesiyle Herat’tan adeta sürgün edilmiştir. Bunun üzerine Nevai, çoğunlukla kendi gayretleri sonucunda büyük bir bilim ve sanat merkezi olan Herat’a dönmüştür. Fakat bundan sonra siyasatten uzak durmuş, sadece bilim ve sanatla uğraşmıştır. Bütün olanlara rağmen Nevai, herhangi resmi bir sıfatı olmadığı halde, Hüseyin Baykara’nın fikir danıştığı yüksek bir şahsiyet olarak, eskisinden daha saygın bir konuma erişmiştir. Nevai’nin bu devirde çok zengin ve ihtişamlı bir hayatı olmuş; hükümdarı tarafından defalarca evinde ziyaret edilmek şerefine ulaşmış; başta kendi evi olmak üzere, bütün Herat’ı hareketli bir akademik muhit haline koymuştur. Nevai bu dönemde, adeta ikinci bir hükümdar hayatı yaşamış; şairlerin kendisine kaside sunduğu, alimlerin kitap ithaf ettiği, saygı ve takdir dolu bir hayatı olmuştur. En sonunda, Sultan Hüseyin Baykara, başlarında oğullarının bulunduğu bir ayaklanmayı bastırmak için, ordusuyla birlikte Herat’tan ayrılırken Nevai’yi kendi yerine vekil bırakmıştır. Nevai, işte bu seferden dönen hükümdarını karşılamaya gittiği gün, bir kalp krizi geçirmiş; Sultan Hüseyin Baykara, onu, kendi tahteravanıyla Herat’a getirmiş, fakat büyük şair, bu hastalıktan kurtulamayarak 3 Ocak 1501’de Herat’ta vefat etmiştir. Edebi Kişiliği: Nevai, düşüncelerini sadece teoride ortaya koymamış, aynı zamanda bir uygulayıcı da olmuştur. Şiir sanatıyla ön plana çıksa da mimariden resme, musıkiden çeşitli bilim dallarına kadar kadar birçok alanla ilgilenmiş ve bu sanatla uğraşanları desteklemiştir. Arapça ve Farsça’yı anadili gibi bilen Nevai, bu dillerin özellikleriyle Türk dilinin özelliklerini mukayese ediyor, böylece eserlerinin dilini daha da geliştiriyordu. Şiirlerinde divan edebiyatının çeşitli söz ve anlam sanatlarına yer vermiştir. Fakat bu sanatları öyle ustalıkla gerçekleştirmiştir ki okuyanlar, sanatkarın herhangi bir mecaz, bir tenasüb veya istiare yapmak için asla zaman sarfetmediğini ve Nevai’nin böyle hünerli bir ifadeyi tabii söyleyiş haline koyduğunu, haz duyarak anlamakta idi.
Nevai, klasik Divan şiirinin bütün vezinlerini, bütün şekillerini, nevilerini ve hemen hemen bütün klasik mevzularını işlemiş; bir yandan bu şiire onun eliyle ve onun sanatında klasikleşen, yeni mevzular, yeni şekiller ve yeni sanat unsurları getirmişti. Nevai’nin Divan şiirinde tam bir tekamül seviyesine ulaştırdığı, milli nazım şekilleri arasında Tuyuğ gibi, zarif bir şekil; milli zevke uyarak ve bilerek kullandığı, redifli ve cinaslı kafiyeler ve aliterasyonlar vardı. Türkçe kök ve eklerin Arap ve Fars kelimeleriyle de birleşerek meydana getirdikleri yeni cinaslar, Nevai’nin dilinde, Türkçeyi alabildiğine zenginleştiren bir zevk unsuru seviyesine varmıştı. Büyük sanatçı, şiirde olduğu kadar, tarih, tedkik, tenkid, biyografihikaye ve bilhassa mesnevi sahalarında üstün başarı göstermiş, ölümsüz eserler bırakmıştı Nesir lisanı da güzel, ince, şiirli ve ustalıklı olmakla beraber, onun asıl zaferi, Ortaasya Türk şiirini, bu coğrafyadaki bütün hayatının en üstün seviyesine ulaştırmak olmuştu. Nevai hamse sahibi bir şair olarak birçok sanatçıya örnek olmuştur. Nevai’nin şiirleriyle Fuzuli’nin şiirleri arasında benzerlik kurulabilmektedir. Nevai’nin şiirlerinde de aşk acısı görülmekle beraber, Fuzuli kadar ezilmiş ve yalnızlığa boğulmuş görünmez. Bu büyük şair döneminde o kadar etkili oldu ki Türk milleti onun şiirlerinde kullanılan Türkçeyi asırlarca Nevai Dili adıyla andı, bu isimle yaşattı. Türk Diline Hizmetleri: Türklerin, İslam medeniyetine girmesiyle birlikte dilleri istiklalinden mahrum olmaya başlamış, özellikle Arap ve Fars dilleri karşısında dönemin aydın zümreleri tarafından aşağılanmaya başlamıştır. Bu durum karşısında şuurlu dilciler çıkarak toplumu uyandırmaya çalışmışlardır.
Ali Şir Nevai de bu kişilerden biridir. Nevai, Türk Bilge Kağan ve Kaşgarlı Mahmut’dan sonra tarih içinde tanıdığımız en şuurlu Türk milliyetçisidir. Milliyetçiliği hamasi değil; dönemin koşullarında dil istiklalinin gereklerini ortaya koyan bir yapıdadır. Milliyetçilik anlayışı öncekilerden daha derin ve geniştir. Bu milliyetçiliğin amacı: Bir kültür ve edebiyat dili vasıtasıyla bütün Türklüğü birleştirmek, tek bir ruh bayrağı altında toplamak, diye özetlenebilir. Bunu sağlamak için Türklerin tek bir dil ile konuşmasını, Türk’ün dile sahip olmak şuuru ile, birlik halinde tek ve büyük millet olmasını ister. Türklük “tabii” ve “fiili” olarak vardır ama Nevai, bunun “sosyal bir öz” kazanmasını dilemektedir. Nevai, kendi şiiriyle bu Türk dili birliğini kurduğuna inanır ve bununla öğünür. Onun türlü eserlerinde şu sözleri görürüz: “Cihanda Türk edebiyatı bayrağını kaldırmak suretiyle Türkleri tek millet haline soktum. Hiç ordum olmadığı halde Çin sınırına ve Tebriz’e kadar bütün Türk ve Türkmen illerini sırf divanımı göndermek suretiyle fethettim. Hatiften gelen bir ses bana: -Sen kılıçsız olarak ve yalnız kalemin ile Türk milletinin kalbini fethedeceksin. Onları tek bir millet yapacaksın. Türk ülkesi sana aittir! dedi.” Bunları söyleyen Nevai’nin sırf bir Çağatay şairi değil, emel ve ülkü sahibi bir kültür milliyetçisi olduğu açıktır. Bir mecazlar, cinaslar, kafiyeler ve fiiller lisanı olan Türkçenin ses ve mana inceliklerini, fiil zenginliklerini ve bunlarla sağlanacak ifade imkanlarını çok iyi bildiği için Nevai, Türkçenin bilhassa Farsçadan üstün tarafları olduğunu başkalarına da anlatmak ve ispat etmek ihtiyacını duymuştur. Çünkü Nevai’nin kendi anadilini müdafaası pek de kolay olmamış, devrin bazı şairleri bu ısrarlı Türkçeciliği eleştirmişler, lüzumsuz bulmuş hatta alaya almışlardır. Halbuki Nevai’nin Türkçecilik anlayışı, aşırı ve mutaassıp bir öztürkçecilik değildi. O edebi eserlerin ve bilhassa şiirin, doğrudan doğruya Farsça ile yazılmasına itiraz ediyordu. Kendi şiirlerini de öztürkçe ile yazmıyor; çok tabii ve şuurlu bir dil anlayışı içinde, ortak İslam medeniyetinin Türkçeye lüzumlu kelimelerini, yukarıda belirttiğimiz gibi, Türkçenin kendi kelimeleri kadar yerinde ve tabii kullanıyordu.
Nevai, Türk ve Acem dillerini tarafsız bir görüşle mukayese ve muhakeme ediyor; Türkçenin üstün ve ağır basan taraflarını birer birer belirleyerek, bunları Muhakemetü’l Lügateyn adlı eseri ile ifadeye ve ispata çalışıyordu. Türkçe ile Farsçanın karşılaştırılması mevzuundaki bu kitapta Nevai, Türkçenin, neden ve hangi bakımlardan Farsçadan daha üstün olduğunu bilgilerle ve delillerle ortaya koyuyordu. Nevai, 100 kadar Türkçe fiil sayarak bu yüz kelimenin hiçbirisi için Farsçada karşılık bulunmadığını söyler ve mesela, o devir Türkçesinde kullanılan süzer gibi, emer gibi; içmek, yudum yudum içmek gibi fiillerin Farsçada karşılıkları bulunmadığı için, Farsçanın bu kelimelerin lezzetinden mahrum bulunduğuna dikkati çeker. Bu kelime ve mana karşılaştırmasına, Türkçe şiir örnekleri vererek devam eder. Türkçenin zengin bir fiil lisanı olarak Farsçadan üstün taraflarını böylece meydana koyar. Türkçenin aynı zamanda bir cinaslar lisanı oluşuna dikkat çeken Nevai, bunun için de güzel örnekler verir. Mesela Türkçede bir kök sözü vardır. Bu kelime hem sema anlamındadır, hem de makam, beste manasında kullanılır. Kelimenin bunlardan başka ağaç kökü, iri kazık ve köğermek (yeşillenmek) manaları da vardır. Sonra Türkçenin bir kafiye lisanı oluşunu belirtir, Türkçenin ses incelikleri üzerine dikkat çeker.
Arapçada ve Türkçede bulunup Farsçada bulunmayan bazı gramer inceliklerine de dikkat çeken Nevai, Türkçede daha böyle nice zenginlikler ve incelikler olduğunu söyleyerek kendi zamanına kadar kimsenin bunları incelemediğini, inceleyip meydana çıkarmadığını da belirtmenin lüzumunu görür ve der ki : “Türk dilinin zenginlik ve genişliği bunca delillerle sabit olduktan sonra da lazımdır ki bu halk arasında yetişen sanat adamları, öz dilleri varken, öz dilleriyle şiir söylemelidir.” “Ve eğer her iki dille de söyleyip yazma kabiliyetleri varsa, öz dilleriyle, özge dilleriyle söylediklerinden daha çok söyleyip yazmalıdırlar.” Türk şairlerinin, dillerindeki bu zenginlikleri fark edemediklerini söyleyen Nevai, bunun yanında Türkçe ile yazmanın zor ve meşakkatli bir iş olduğunu da belirtmiştir. Nevai söylediklerinden dolayı kendisini eleştirenlere de şu cevabı vermiştir: “Zannedilmesin ki benim Türkçeyi övüşüm Türk olduğumdan ve tabiatımın Türkçe sözlere alışmasından ve Farsça bilmeyişimdendir. Aslında Farsçayı öğrenmekte hiç kimse benim kadar gayret sarf etmemiş ve bu dilin doğrusunu yanlışını benim kadar iyi öğrenmemiştir.” Nevai eserinin sonunda şöyle der: “Türk şairleri benim bu gizli hakikati ortaya koymaktaki gayretimi öğrenirlerse umarım ki beni hayır dua ile anacak ve ruhumu şad edeceklerdir.” Ömrü boyunca Türkçenin hakikatlerini ortaya çıkarmak ve hak ettiği değeri elde ettirmek için çalışan bu Türkçe sevdalısını saygıyla anmak hepimizin vazifesi olmalıdır.

ALİ ŞİR NEVAİ KİMDİR?
“Anadilim üzerine düşünmeye koyuldum; Türkçenin derinliklerine dalınca gözlerime on sekiz bin âlemden daha yüksek bir âlem göründü.”
Türkçe!..
Seni sevmek ne güzel.
Ne güzel seninle düşünmek!..
Kırgız, Özbek, Türkmen, Azerî, Kazak, Tatar. Ve bu güzel budunların güzel söyleyişleri.
Türkçe! Seni dinlerken kopuzda, tarda, sazda; akıl mı kalır başta? Çeşidi- çeşnisi bol çiçeksin; lâle misâli. Türkçe!
Sen Türklüğün ses bayrağısın Sen Türklüğün ulu dayanağısın!
Dilim,
Yürekler dilim dilim, Yâdlar konuşsun başka, Türkçe benim öz dilim!
Seni unutmak; ölüme denk!.. Canevimize soluk gibisin. Sahiplerin o kadar çok ki. Yanılıp da birimiz ihmâl etsek seni, yanıbaşımızdan bir başkası yükseltir sesini: Kaşgarlı Mahmut usûlüyle, Nevaî diliyle, Karamanlı* öfkesiyle. Ve günü- saati gelir devlet kuşunun kanadıyla doruklara çıkarsın; Mustafa Kemal Türkiye’siyle!
Türkçe!
Sen kolumuz, kanadımızsın;
Şanlı geçmişimiz, aydınlık bahtımızsın!
Açınız tarih kitaplarını, özellikle edebiyat tarihiyle ilgili olanlarını; Ali Şîr Nevaî’den söz eden bölümlerde onun Türkçe sevdasını hemen fark edersiniz… Pek çok şair güzel şiir yazar. Ne var ki, dili kullanmadaki ustalığı yüzyıllar sonrasına el verebilmiş ise, o şair, elbette çok farklıdır.
İşte Ali Şîr Nevaî, gerçekten “farklı” şairlerimizden birisidir. Fuzûlî gibi, onun tarzı, üslûbu pek çok şairi etkiledi. Daha da önemlisi Türk edebiyat bahçesinin en güzeli olan Orta Asya Edebiyatı, onun varlığıyla daha bir güzelleşti, daha bir serpildi.
Karamanlı Mehmet Bey, 1277 yılında Konya’da yayınladığı kararda şöyle diyordu: “Bundan gerû, divanda dergahda, mecliste ve meydanda Türkçe’den başka dil kullanılmayacaktır!”
Doğu Türkçesi’nin bütün güzel söyleyişlerini şahsında toplayan Ali Şîr Nevaî, 1441 yılında Herat’da doğdu. Babası ‘Kiçkine Bahadır’ veya ‘Kiçkine Bahşi’ diye anılan Giyaseddin Kiçkine’dir. Devlet adamı olan babasının durumu gereği Nevaî, küçük yaşta doğduğu yerden ayrılıp Irak’a gitti. Çocukluk dönemi Irak’ta geçti. Babasının ölümü üzerine, Ebü’l Kasım Babür’ün himayesinde iyi bir eğitim gördü. Meşhed, Semerkant gibi devrin önemli bilim ve kültür merkezlerinde yetişti.
Ali Şîr Nevaî’nin bahtı, çocukluk ve okul arkadaşı Hüseyin Baykara’nın Horasan Hanı olmasıyla açıldı. Baykara Nevaî’ye yüksek devlet görevleri verdi. Baykara, öyle fermanlar yayınladı ki; bu fermanlar, o devrin sanatçıya verdiği değeri belgelemektedir. Baykara, yayınladığı fermanında, “Nevai’ye gösterilecek saygının kendisine gösterilmiş sayılacağını” ilân etti.
Hüseyin Baykara, Nevaî’nin çok büyük bir sanatçı olduğunu biliyordu. Zaten kendisi de sanatçıydı. Baykara’nın zemin hazırlamasıyla Nevaî, Herat şehrinin bilim ve kültür hayatını alışılmadık şekilde canlandırdı. Sultan Baykara’nın etrafında, Nevaî’nin öncülüğünde toplanan sanat meclislerinde ruhlar daha bir incelir; fikir daha bir yücelirdi. Zaten, Herat mevcut hâliyle böylesine faydalı çalışmaya hazırdı. Çünkü Molla Cami gibi büyük bir bilgin Hatif gibi büyük bir şair, Devletşah gibi meşhur tezkîreci Herat’ın kültür ve sanat kaynakları olarak ortadaydı. Ve bu güzel ortamda Nevai, Doğu Türkçe’sini şaha kaldırdı. Öyle bir çığır açtı ki şiirlerinde kullandığı Türkçe’nin ağızı ‘Nevai dili’ olarak edebiyatımızda yer aldı. Sadece kültür ve sanat alanında değil; Hüseyin Baykara’nın âdeta bir ‘Başbakanı’ olarak yaşadığı kenti, hanlar, hamamlar, medreseler, hastanelerle donatarak, çalışkan bir devlet adamı kimliğiyle de kendisini gösterdi.
Nevâî, Türkçe’nin âşığı idi. Türkçe üzerine titizdi. Ancak, bu titizliği ile halkın anlayamayacağı bir dil politikası gütmedi. Türklerin anladığı Arapça ve Farsça kelimeleri de eserlerinde kullanarak, Türkçe’nin büyüklüğünü göstermeye çalıştı.
Nevâî’nin dördü Türkçe, biri Farsça beş divanı var. Türk edebiyatında beş mesnevi yazan ilk şairdir. Beş ile de yetinmeyip altıncı mesnevisini de yazdı. Sadece edebiyatın şiir dalında değil, diğer edebî türlerden bilimlik eserler de verdi. Toplam eserlerinin sayısı otuzu aşar.
Nevâî, Türklüğünün şuurundaydı. Türk Milleti’nin büyüklüğünü ve Türkçe’nin yüceliğini çok iyi biliyordu. Farsça’nın “Edebiyat dili” olarak tanınmış olmasına hayret ederdi. Muhakemetü’l Lûgateyn isimli eserinde, Farsça’ya adeta meydan okudu. Bu eserde saydığı yüz kadar Türkçe fiilin Farsça karşılığı olmadığını ispat etti. Ve kitabında şöyle dedi:
“Türk’ün bilgisiz ve zavallı gençleri güzel sanarak Farsça şiir söylemeye özeniyorlar. Gerçekten bir insan iyi ve derin düşünse, Türkçe’de bunca zenginlik dururken, bu dilde şiir söylemenin, hüner göstermenin daha yerinde ve kolay olacağını anlar.”
Ali Şîr Nevâî, fikirleriyle, eserleriyle pek çok konuda öncülük etti. Bir örnek olarak; Mecâlisü’n- Nefâis adlı eserinde, ilk kez, Türk edebiyatında “Şairler Tezkiresi” çığırını açtı.
Nevâî, Türklüğün bir bütün olduğunu biliyordu. Türk milletinin ayrı coğrafyalarda bulunmuş olması onun gönül ve fikir bağlarında hiçbir olumsuz etki yapmıyordu. Türklüğün Avrupa karşısında adeta bir “Uç Beyi” olan Batı Türklerinin “nereleri” zorladığını ve bu zorlayışın Türk dünyasına getireceği kazancı fark ediyordu. Bu sevgi, bu fark ediş ve bu örnek gönül bağıdır ki; yazdığı şiirleri Bizans Fatihi, Sultan Mehmet Han’a gönderiyordu. Türkistan’ın Türklük güneşi Ali Şîr Nevâî’nin bu hareketi, Türk birliğinin, Türkler arasındaki gönül bağının coğrafya tanımayan gerçeğini de ifade etmektedir. 3 Ocak 1501′de Herat’ta vefat eden Türklüğün bu büyük şairi, dünya durdukça Türk gönlümüzde yaşayacak.
Muhâkemetü’l Lûgateyn’den:
“Anadilim üzerinde düşünmeye koyuldum: Türkçe’nin derinliklerine dalınca gözlerime onsekizbin âlemden daha yüksek bir âlem göründü.
Bu âlemin süsler, ziynetler içerisinde enginleşen göğü, Dokuz Gök’ten daha yüksekti. Orada nice fâziletler, nice yücelikler hazinesine rastladım. Bu hazinenin incileri, yıldızların mücevherlerinden daha parlaktı.
Bu âlemin gül bahçelerine girdim. Gülleri feleğin güneşinden daha parlaktı. Her yanında göz görmedik, el değmedik daha neler ve neler vardı.
Ama bu mahsenin yılanı kan dökücü ve güllerin dikeni sayısızdı. Bunları görünce düşündüm ve dedim ki: Demek ki bizim Türk şairleri bu korkulu ve dikenli yollardan çekindikleri için Türkçe’yi bırakıp gitmişler.
Bu yol himmet istiyordu. Ben bu yoldan vazgeçmedim. Onun seyrine doyamadım. Bu yolda yürümekten korkmadım ve yılmadım.
Türkçe’nin fezâsında tabiatımın atını koşturdum; hayâlimin kuşunu kanatlandırdım. Vicdânım bu hazineden nihayetsiz kıymetli taşlar, lâ’ller inciler aldı. Gönlüm bu gül bahçesinin türlü çiçeklerinde, uçsuz bucaksız türlü kokular kokladı.
Zannedilmesin ki benim Türkçe’yi övüştüm Türk olduğumdan ve tabiatımın Türkçe sözlere alışmasından ve Fârisî bilmeyişimdendir. Aslında Fârisî’yi öğrenmekte hiç kimse benim kadar gayret sarfetmemiş ve bu dilin doğrusunu yanlışını benim kadar iyi öğrenmemiştir.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder