23 Ekim 2014 Perşembe

Eşref Sencer Kuşcubaşı

Tarihin en Büyük Casusu ve Gerillası:
EŞREF SENCER KUŞÇUBAŞI (UÇAN ŞEYH)



“Felek her türlü esbab-ı cefasın toplasın gelsin; dönersem kahpeyim millet yolunda bir azimetten!” (NAMIK KEMAL)
Nam-ı diğer Kuşçubaşı Eşref. Kafkas kökenli Türk istihbaratçı, gerilla savaşçısı. Sultan Abdüllaziz’in kuşçubaşısı Çerkes Mustafa Nuri Bey’in oğludur. Harb okulunun son sınıfında iken Jön Türkler’le ilişkisi yüzünden 2. Abdülhamit tarafından Hicaz’a sürgün gönderilmiştir. Sürgünde bulunduğu zindandan kaçıp, 2. Abdülhamit’in baş yaverinin oğlunu üç tabur korumanın arasından kaçırmayı başarmıştır. Arabistan’da 2. Abdülhamit’e karşı giriştiği isyan hareketi sırasında tüm Arabistan’ı dolaşmış, yerel şeyhlerle dostluk kurmuştur. Her an her yerde ortaya çıkabildiği için kendisine ‘şeyh-it tuyyur’ -uçan şeyh- denilmiştir.

II. Abdülhamit meşrutiyeti ilan etmek zorunda bırakılıp, aralarında Kuşçubaşı’nın da bulunduğu pek çok kişiye af çıkarmasıyla birlikte isyanına son vermiştir. İsyan sırasında etrafına topladığı kendisine bağlı silah arkadaşlarıyla beraber, kurulan Teşkilat-ı Mahsusa adlı istihbarat örgütüne katılmışlardır.
1911 yılında Trablusgarb ‘ta Enver bey ile birlikte direniş hareketlerini örgütlemiş, 1912 yılında 2. Balkan Savaşı sırasında Enver Bey, kardeşi Sami Kuşçubaşı, Cihangiroğlu İbrahim ve Süleyman Askeri ile birlikte Çorlu, Tekirdağ, Malkara, Hayrabolu ve Edirne’nin kurtarılmasında yer almıştır. Aynı yıl Süleyman Askeri ve yörenin ileri gelenleri ile beraber Batı Trakya’da ilk Türk Cumhuriyetinin kurulmasına katkıda bulunmuştur.
1. Dünya savaşının çıkmasıyla birlikte 1914-1915 yılları arasında Teşkilat-ı Mahsusa’nın Arap Yarımadasından sorumlu başkanı olarak görev yapmış, Süleyman Askeri Bey’in ölümünü takiben Teşkilat-ı Mahsusa başkanı olmuştur (1915-1918).
1. Dünya Savaşı sırasında İngilizler’e karşı girişilen Süveyş Kanal Harekatı’nda (1916) öncü birliklere komutanlık etmiş, Hayber’de Faysal’ın (sonradan Irak Kralı olacaktır) 20 bin kişilik birliğine karşı 40 kişilik Teşkilat-ı Mahsusa birliği ile beş saatten fazla savaştıktan sonra yaralı olarak ele geçirilmiştir (1918).
Yakalandıktan sonra Lawrence’a şöyle dediği iddia edilmektedir: – “Lawrence, kazandığını sanıyorsun. Fakat henüz hiçbir şey bitmedi. Hükümetinin başına öyle musibetler salacağım ki, 2 asır uğraşsanız bitiremeyeceksiniz.” Kuşçubaşı’nın bu sözünün arkasında Teşkilat-ı Mahsusa’nın IRA (İrlanda Cumhuriyet Ordusu) yapılanmasını örgütlemiş ve desteklemiştir.
Bir savaş gemisi ve bir denizaltı eşliğinde Malta‘ya sürgüne gönderilmiş, sürgünlüğü sırasında Arabistan’daki macerasını, yakalanışının ve sürgün hayatının ayrıntılarını anlatan bir eser yazmıştır.
İngilizlerle imzalanan esir değiş-tokuş anlaşması gereği serbest bırakılmış, deniz yoluyla Anadolu’ya dönmüştür. Malta dönüşü hemen milli mücadeleye katılmış, kendi yetiştirdiği Çerkes Ethem’in kuvvetlerinde yer almıştır (1920). Çerkes Ethem‘in isyanı üzerine kendisi de 150′likler listesinde yer almış ve vatana girişi 1936 yılına kadar yasaklanmıştır.
  
1955′te yurda dönene kadar birçok Arap ülkesinde ikamet etmiş olup bu zaman içerisinde herhangi bir istihbarat faaliyetine katılmamış olduğu tahmin edilmektedir. 1955-1964 yılları arasında Türkiye‘de bulunmuş ve beraber savaştığı silah arkadaşlarının mezarlarını dolaşmıştır.
Salihli’de ki çiftliğinde sakin bir hayat süren Kuşçubaşı,”Tarihe Benden Haberler” adlı 40.000 sayfalık  hatıratını yazmıştır. Bu notlar sayın Cemal Kutay’da bulunmaktadır.
TÜRK GENÇLİĞİ, KUŞÇUBAŞI VE SİLAH ARKADAŞLARINI UNUTMAYACAKTIR…
TÜRKLÜK, SİZİNLE GURUR  DUYUYOR…
Kaynaklar:
1.  Cemal Kutay; BELGELERİ
2.  Philp h. Stoddrard; Teşkilat-ı Mahsusa: İstanbul‘un doğusunda bitmeyen oyun
İBRETLİK BİR HATIRA:
Birinci Dünya Savaşı’nda cepheden cepheye koşarken yeni görevleri Yemen’deki Yedinci Ordu’ya altın götürmekti. 43 kişi değişik kılıklarla yolculuk yaparak Medine’ye vardılar. 300 bin altını Yedinci Ordu Komutanı Ahmet Tevfik Paşa’ya teslim etmeleri gerekiyordu. 43 kişi iki gruba ayrılarak yola çıktı. Fakat 1200 yıl önce Peygamber Efendimizin de harp ettiği Cembele mevkiinde 2.000 kişilik bir Bedevi-İngiliz kuvveti tarafından kıstırıldılar. Eşref Bey’in başında bulunduğu grup ellerinden gelen her şeyi yaparak bir savaş verdi. Sonunda Eşref Bey yaralanarak esir düştü. Fakat Zenci Musa bu hengâmede grubuyla birlikte altınları kaçırmayı başardı. 12 Ocak 1917′de gerçekleşen bu savaş London Times gazetesinde sekiz sütun üzerine manşetten verilmişti. İngilizler altınları ele geçiremeyişin üzüntüsünü yaşıyor ve Türklere hayranlık duyuyorlardı…
EŞREF SANCAR KUŞÇUBAŞI, Hayber cenginde agır yarali esir edildiği zaman, bütün Arabistan yerinden oynamıştı: Şerif Hüseyin Paşa’nın El-Kible gazetesi, büyük başlıklarla şu haberi veriyordu:  
 “Uçan Şeyh’in kanadı koptu…”
Şerif Hüseyin haberin doğruluğunu öğrenmek için ikinci büyük oğlu
Emir Abdullahı yaralı Eşref Beye ziyarete göndermişti.
( Bu Emir Abdullah, daha sonra Ürdün Kralı olacaktır.)
Eşref Bey, Emir Abdullah’a :
‘ – Hayber’de Peygamberimiz İslamiyet için düşmanlarıyla mücadele etmişti. O’ndan bin iki yüz seksen beş sene sonra biz Türkler de, İslamiyet ve haysiyet için Sizlerle muharebe ettik. Bizi haince arkadan vurdunuz.
HARAM OLSUN YEDIGINIZ EKMEKLERIMIZ… SIZLER ŞERİF DEĞİL, SENIG ( YANI ALÇAK ) ADAMLARSINIZ …’dedi.
Emir Abdullah, Eşref Bey’in bu ağır hakaretine sükunetle su cevabı vermişti:
‘ – Vela telvasu lisaneküm ya Hazret-i Bek…
(Lisanınızı kirletmeyiniz Bey Hazretleri…)
Emir Abdullah’ın Hicaz isyanı başladığı zaman unvanı MEKKE PRENSI idi. Eşref Bey, Lawrens’in koyduğu ve Allenbi’nin tasvip ettiği bu unvana fena halde içerlemişti. Yaralı olarak yattığı yerde, kendisini güya teselli eden Şerif’in oğluna söyle hitap etmişti:
‘ Ünvanınız, Mekke Mebusu… Üzerinizde ne varsa İngiliz malı. Simdi de yeni bir mevkiiniz ve makam adınız var: İngiliz resmi vesikaları size MEKKE PRENSİ diyorlar. Arapçada PRENS karşılığı olabilecek bir çok tabirler var. Fakat Size, Efendiniz İngilizlerin Arapça bir ünvan vermemeleri de gösteriyor ki onlar da sizi hakiki Araplıkla hiçbir alakanız olmadığını anlamışlar…’
İngiliz casusu Lawrens, Kuşçubaşı’nı çok merak ettiğinden dolayı, hastanede ziyaret etmiş ve şunu söylemiştir.
Lavrens: Kuşçubaşı Eşref, çöllerin eşine rastlamadığı müthiş bir haydut
Kuşçubaşı’da Lawrens’e, İngiltere’nin başına çok büyük belalar açacağını söylemiştir…

HAZIRLAYAN: YILMAZ KARAHAN

Kaynak: http://www.yenidenergenekon.com/15-tarihin-en-buyuk-casusu-ve-gerillasi-esref-sencer-kuscubasi/#sthash.HgKRlhQa.dpuf


Malta’ya sürgün edildiğim zaman,yakın dost bulamamıştım.Lavrens’in ve Didis’in beni ziyaretlerinden sonra hürriyetime daha çok sahip olmuştum ve ifa ettiğim hizmetlerle mütenasip serbesti içinde olduğumu samimiyetle itiraf etmeliyim.Eskiden beri boş vakitlerimi yağlı ve sulu boya resim etüdleri ile geçirmek itiyadım vardı.İkici Meşrutiyet için Avrupada geçirdiğimiz gurbet seneleri içinde fırçam,aç kalmamı önliyecek kadar tecrübe ve maharet sahibi idi.Tarihi Malta Adasında’da mevzu bulmakta güçlük çekmiyordum.Paşa,benim bu meşguliyetimi biliyordu.Ertesi günü bana bir cihan atlası verdi:Üzerleri işaretli sahalardan dört nüsha kopya çıkaracaktım, ve bunları Osmanlı Sancağı ile işliyecektim.Öyleki,hudutlarımızın en geniş olduğu Üçüncü Sultan Murat devrindeki o muhteşem imparatorluk dünya haritası üzerinde bir anda belirmiş olacaktı.Şevkle oturdu ve bu vazifeyi tamamladım.Paşa buraların adlarını İngilizce harfleri ve telaffuzu ile yazdırdı.Neden Fransızcayı tercih etmemişti..? Bunu sorduğum zaman şu cevabı vermişti…;Eğer bu izahlarım müsbet bir netice verebilecekse bu ancak,Amerikan Devlet Reisi Mr.Vilson’un alakası ve mevzua gerçeği ehemmiyet ile mümkün olabilecektir.Gere Loyt Core,gerek Klemanso,aslında bu mevzuları bilirler.Fakat memleketlerinin menfaatinin bunları inkar,hatta aksini yapmakta olduğunu vehmetmenin ve zannetmenin gafleti içindedirler bugün…Yakın istikbalde pişman olacaklardır amma iş işten geçmiş bulunacaktır.Amerika ise,üzerine aldığı Cihan Devleti vazifesinin tarihi mesnetlerine maalesef sahip değildir.Bilhassa İngilizler Amerika’yı iğfal ediyorlar ve çıkmaza sürükliyorlar.Hiç bir neticeden çekinmeden,hayatım bahasına dahi olsa ,bu hakikatleri teker teker anlatacağım ve ikaz edeceğim.Onun için İngilizceyi tercih ediyorum…EŞREF BEY;Haritalar tamam olmuştu.Bunlar,kendilerine gönderilenlerin ellerine geçebilmiş ise ve vakit bulup tetkik edebilmiş iseler,hazırlayanın bir esir askerolması önünde heyacan duyduklarını ve hatta hayret ettiklerini ümit etmek isterim…İnsanlar,temiz düşüncelerle emek verdikleri mevzuların takdir edilmesini istemek beşeri zaafından kurtulamıyorlar.Haritalar böylesine güzel ve itinalı olmuştu.Bilhassa,bu gün üzerinde kimbilir elliye yakın müstakil devletin bulunduğu o üç kıt’a üzerindeki bi payan ülkelere Ay-Yıldızla bayrağımı öyle gönülden duygularla işledimki,kaç defa göz yaşlarımla boyalar bozuldu,düzelttim. FEDA VE HELAL OLSUN…

İsmetErarpat yorum tarihi 1 Ağustos, 2010 09:32
1930 senesinin kış aylarını Mehmet Akif’le beraber geçiren Eşref bey,Mısır’ın havası iyi gelmediği ve ömrünün sonuna kadar yenemediği hastalığı olan seyahat illeti depreştiği için diyar diyar dolaşmaya başlamış,dostunun vefası da kendisini her gittiği yerde takip ederek ,karşılıklı mektupları dosyalar doldurmuştur..!Ben rahmetli Eşref Beyefendi’nin son senesininde,bu mektuplardan bazılarını hatıralarını tasnif ederken görmüş ve rica etmiştim..!İstiklal Marşı şairinin,eski tabiriyle pek mükemmel bir hüsnü hat’ta (kaligrafisi) vardı.Sahifeler süren mektuplarının satırlarında hiç bir silinti,karalama,cümle düşüklüğü yoktu..!Eşref Beyefendi’ye,rahmetli üstadın müsvedde yapıp yapmadığını sorduğum zaman,adeta isyan etmişti;”Ne münasebet..? Bu ne biçim sual..? Değil bu gönülden dost mektupları,biz İbni Reşid’den dönerken,Hicaz hattının son tren istasyonu olan El-Muazzam’da,Enver Paşa’nın,istasyon şefinin odasında makine başında bize müjdelediği Çanakkale zaferinin heyacanı ile yarattığı ve misilsiz zafer destanını bile,çöl’ün güneşi pek aratmayan mehtabında hıçkıra hıçkıra,fakat müsveddesiz,karalamasız ibdağ etmişti..!”Mehmet Akif Bey’in Eşref bey’e bütün mektuplarında kullandığı gönülden tabir şudur;”Kardeşim,iki gözüm Eşrefciğim” Bu mektuplardan çoğu,iki eski dostun şahsi ve ailevi mevzularını tam bir açık gönüllükle dertleşmeleri,eski günleri yad etmeleri,vatan haberlerini birbirlerine iletmelerinin sohbetleridir..!Yirmiden fazla ve çoğu sahifeler tutan bu mektuplarda,politikaya ait hemen hemen hiç bir satır bulamadım..!Bazen memleket meselelerini karşılıklı görüşen iki gönül ve fikir dolusu samimiyetle,kimseye ve hiç bir harekete karşı en ufak kin,kırgınlık,düşmanlık ve kötüleme duygusu olmadan tahlil ediyorlardı..!Ve Mehmet Akif,çoğu zaman,Eşref Beyin hislerine,kendisininkini ekleyerek mevzu buluyordu..!Şimdi bunlardan birisinin metnini,aslından bir parçasının kılişesini de vererek sizlere sunacağım..! MEKTUP;1Muharrem 1350 (18 Mayıs 1931) tarihini taşıyor..!Mehmet Akif,bütün mektuplarında,daima iki tarih ,Hicri ve Miladi tarihleri kullanırdı..!İstanbul’a dönüşünden ölümünden beş yıl,beş ay önce yazdığı bu mektup denilebilir ki gurbet yıllarında İstiklal Marşı şairinin en hicranlı ve hüzünlü satırlarıdır..!Çok az hadiselerde metanetini kaybeden ve ümitsizliğe düşen üstadı böylesine eleme sevkeden şekli sebep,Eşref Bey’in kendisine yazdığı mektupda bahsettiği ,bir Kıbrıslı Türk’ün sözüdür..!Hadise şu;Eşref Bey Kıbrıs’ta yerleşmiş Vardarlı bir Türk’le konuşmuş,Adamcağız demişki ;”Biz bir Rum’un çiftliğinde çalışırız.Bizim çiftlik sahibi Aydın’lı imiş..!Seferberlikte ayrılmışlar,buraya gelip yerleşmişler..!Geçenlerde İstanbul’a gitti,bir ay kadar kaldı,döndü..!Bana dediki;”-Türkler bize benzemek istemişler,benzeyememişler..!Bir acaip olmuşlar..! O halde neden bu kadar kan döktüler..? Bize benzemek istediklerini söyleselerdi biz bu işi hem kansız hem de kolay yapardık..!-”dedi.Ne demek istedi..? Anlayamadım..! Eşref Bey’in kendisine ilettiği ve cevap vermediğini kaydettiği bu sual Mehmet Akif’i kalbinden yaralamış..!18 Mayıs 1931 tarihinde ,iki gözü Eşrefçiğine yazdığı mektubun konusu hemen hemen bu..! MEKTUP; Kardeşim iki gözüm Eşrefim..!Mektupların muntazam suretle geliyor..!Bundan dolayı sana ne kadar teşekkür etsem azdır..!Cenabı hak Seni de,çoluğunu çocuğunu da afiyetten,saadetten ayırmasın..!Hakikat o hikaye ettiğin dangul dongul adamcağız pek doğru söylüyor..!Çok maskaralarımız varmış..!Utanmaz yüzlerini örten incecik bir riya perdesiimiş..! O sıyrılır sıyrılmaz öyle sefil bir çehre ile ortaya çıktık ki, bütün dünya iğrendi..! Tecceddüd namına,inkılab namına ebediyen af edemeyeceğim bir şey varsa o da şudur;Biz bu yüzler karası mahiyetimizi meydana çıkarmayacaktık..!İnsanlıktan bu kadar bi nasip olanlarımız bulunduğunu dünyaya faş ermeyecektik..! Ne yapalım..? Kader böyle imiş demekten başka çaresi yok..! Garbiler, o namütenahi kuvayı maddiyelerine rağmen, ahlak sukutunda çare bulamazsak mahvımız mukadderdir diye feryad ediyorlar..!Biz Şarkılar,bu zaafımızla beraber onların kaçmak , kurtulmak istedikleri uçuruma doğru dolu dizgin koşuyoruz..! Lahavle vela kuvvete illa billah..!Nedir o matbuatın hali..? Öyle resimler basılıyor,öyle hikayeler yazılıyor ki, bunları seyredebilmek,okuyabilmek için insanda edep denilen,haya denilen devletliden zerre kadar nasip olmamak icab eder..!Mesela bundan otuz sene evvel, kırk sene evvel efradı ümmetin birinden pek şeni bir rezalet sadir olursa ,insan bu kadar alçak olabilirmiş..!İnsanlık bu derekelere inermiş dedirtmemek için o şenaaati gazetelere yazmak şöyle dursun,ağza almaktan çekinirlerdi..!Şimdiki hikayelerin,romanların bir çoğuna mevzu teşkil eden vak’alar hep o mahiyette şeyler..!Evvelleri seneler koşuyor,ben henüz ne dünya için ,ne ukba için bir hayırlı iş göremedim diye müteesir oluyordum..!Halbuki artık yaşımın elli sekiz,elli dokuza vardığını gördükçe, ne ala, yakında tası tarağı toplayacağım diyorum, hem de seviniyorum..! Evet..! İnsan halin her türlü şedaidine katlanır amma istikbalden bir ışık görmek şartıyla..! Yoksa yarının daha karanlık,öbürgünün de ondan berbat olacağı gün gibi görünürken yaşamak pek de arzu olunur bir şey değil..! Sebilürreşad’ı çıkarırken,şuraya buraya koşarken oldukça müteselli idim..!Hisseme düşen vazifeyi ifa ediyordum..!İnsan çalışmak ile mükellef ,muvaffak olmakla değil diyordum..!Lakin şimdi elim ayağım bağlı oturdukça büsbütün sinirleniyorum..!”-Senin Sebilürreşadın çıksa , her hafta şiirler yazsan ,mekaleler yazsan bağırsan çağırsan bu cerayanların istikametini mi değiştireceksin..? Şiddetinimi azaltacaksın..?Suali pek haklı olmamakla beraber,ben bu adaleti hiç sevmiyorum..! Hiç hoş göremiyorum..! Hikaye meşhurdur ya;karıncaya nereye gidiyorsun..? Demişler Hicaz’a diye cevap vermiş..!Hiç bu bacaklarla Mekke’yi bulabilirmisin..? Mülahazasını ileri sürmüşler..!O da hiç olmazsa yolunda ölürüm ya..! Cevabını vermiş..! MEKTUP;Mehmet Akif’in iki gözü Eşrefciğine yazdığı bu mektubun son satırları;İstiklal marşı şairinin manevi ve ahlaki bir düşüşü önlemek için,icab ederse hayatını verme bahasına nasıl bir mücadele ve hizmet ateşi ve aşkı içinde olduğunu ne güzel anlatıyor..!Mektubun son satırları şöyle biter;”-Gaye uğrunnda çalışmak,didinmek,nihayet ölmek..!Ah!Ne güzelmiş meşgale,o ne hoş eğlence,o ne mes’ut hatime imiş..!Ben onu şimdi adam akıllı hissediyorum..!Acaba o günlerimiz yine gelecekmi..!Yine gayemiz uğrunda canımızla,başımızla çalışabilecekmiyiz..! Çıkmadık canda ümit var derler,değil mi kardeşim..!Allah büyük..!Elbette bizim de atıl batıl oturmaktan kurtulacağımız günler gelecektir..!Refikam,gerek sana,gerek hanımefendiye arzı hürmet ediyor..!Emin ile Tahir ellerinizi öpüyorlar..!Ben de Hanımefendiye ihtiramlarımı takdim ederim..!Feridun ile Cuyap’ın gözlerini öperim..!İki gözlüm,kardeşim Eşrefim..! 1 Muharrem 1350,(18 Mayıs 1931 Pazartesi) Kardeşin:Mehmet Akif Mektubun sağ altında şu not var;”-Bu gün senei kameriyyenin iptidası..!İnşallah ümmeti Muhammed hakkında hayırlı olur-” dileği..!(Mektupda adları geçen Emin ile Tahir,Akif’in oğullarının adıdır..!Feriddun Eşref Beyin oğlu,Cuyap kızıdır..!)Kaynak; CEMAL KUTAY YAZILMAMIŞ TARİHİMİZ KÜLLİYATINDAN SEÇMELER


Kaynak: http://www.yenidenergenekon.com/15-tarihin-en-buyuk-casusu-ve-gerillasi-esref-sencer-kuscubasi/#sthash.4doGKHu7.dpuf

EŞREF KUŞÇUBAŞI SENCER, BATI TRAKYA TÜRKLERİNİN UNUTULMAZ KAHRAMANLARINDANDIR. EŞREF KUŞÇUBAŞI SENCER, 1883’DE MANYAS, BALIKESİR DE DOĞMUŞ, 1964′TE SÖKE, AYDIN’DA VEFAT ETMİŞtir.
Kabri Söke-Kuşadası (Aydın) yolu Yaylaköy Caferli Granta Mezarlığı yanında bulunmaktadır. Bu mezarlık sadece Eşref Kuşçubaşı ve ailesine ait bir aile mezarlığıdır. (Doğum tarihi birçok kaynaklarda 1873 diye geçer. Mezar taşındaki doğum tarihi ise, 1883 yazılı.)
Eşref Bey, Çerkez Mustafa Nuri Bey’in oğludur. Babası itibarıyla Kafkasyalı, annesi itibarıyla da Orta Asyalıdır. Çerkez boylarından Ubıhlara mensup istihbaratçı ve gerilla savaşçısıdır. Harp okulunun son sınıfında iken Jön Türklerle ilişkisi yüzünden II. Abdülhamit tarafından Hicaz’asürgün gönderilmiştir.
Gençliğin verdiği romantizmden dolayı başı dertten kurtulmaz; mahkûm edilir. Hapisten kaçar, Hicaz valisi Ahmet Ratip Paşa’nın oğlunu kaçırır. Çocuğu bırakması şartıyla af-ı şahaneye mazhar olur.
Onun Kafkasyalılığı, Ömer Seyfettin’in, Rauf Orbay’ın, Ali İhsan Sabis’in, Refet Bele’nin ve benzerlerinin aynısıdır. Yani Türk milliyetçiliğini fişekleyen bir Kafkasyalılıktır. Babası saraya mensuptur. Lise çağında, o zamanki moda fikirlere kendisini kaptırır, hürriyetçi kesilir.
Bu sırada Arapların bazı kesimlerinde de rejim aleyhtarlığı yaygınlaşır; Eşref Bey bunların aslında Osmanlı Devleti’ne, Türklere karşı faaliyetlerde bulunduklarını tespit eder. Mücadele etmek amacıyla bir gönüllü teşkilatı kurar. Eşref Bey, “Milli Kuvvetler Genel Kumandanı” yapılır. İkna ettiği gençlerden bir birlik oluşturur. Oluşturduğu bu birliğe “Kuvay-ı Mübareke” adını verir. Osmanlı’nın Redif kuvvetlerinden sınırlı yardım alabilirler.
Miralay Rasim Bey bu organizasyona “Teşkilat-ı Mahsusa” adını verir. Osmanlı’nın tarih sahnesinden çekilmesiyle Müslümanların sahipsiz kalacağına inanan Şerif El Tunusi, Şeyh Sunusi, Şekip Aslan, İsmail Canbolat, Mehmed Akif ve daha pek çok ünlü de bunlarla birlikte hareket eder.
Teşkilat-ı Mahsusa’dan dan sonra günümüze kadar şu “İstihbarat Teşkilatları” kurulmuştur.
Karakol Cemiyeti, Zabıtan, Yavuz, Hamza Grubu, Felâh Grubu, Askeri Polis Teşkilâtı (A.P veya P), Tedkik Heyeti Amirlikleri, Müsellâh Müdefâi- Milliye, “M.M”, (MİM MİM), Milli Emniyet Hizmeti Riyâseti (MEH/MAH).
06 Ocak 1927 tarihi MAH’ın kuruluş tarihi olarak kabul edilmiştir. Daha sonraları MAH ismi de kaldırılarak “Millî İstihbarat Teşkilâtı” (MİT) olmuştur. 22 Temmuz 1964 tarihinde TBMM tarafından 644 sayılı kanun kabul edilmiş ve bu kanun ile kuruluşun adı “Millî İstihbarat Teşkilâtı” (MİT) olarak değiştirilmiş…
Eşref Bey’in Libya’daki rolünü merak edenler, Konçino Rivoli’nin “Ünlü Türk Haydutu” eserini okuyabilirler. Almanya’nın İstanbul Büyükelçisi Hans Von Wangenheim’ın raporunda “cinnet derecesinde vatanperver” olarak nitelendirmektedir.
I. Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla birlikte 1914-1915 yılları arasında Teşkilat-ı Mahsusa’nın Arap Yarımadasından sorumlu başkanı olarak görev yapmış, Süleyman Askeri Bey’in ölümünü takiben Teşkilat-ı Mahsusa başkanı olmuştur (1915-1918).
Dünya Savaşı sırasında İngilizlere karşı girişilen Süveyş Kanal Harekâtında (1916) öncü birliklere komutanlık etmiş, Haber’de Faysalın (sonradan Irak Kralı olacaktır) 20 bin kişilik birliğine karşı 40 kişilik Teşkilat-ı Mahsusa birliği ile beş saatten fazla savaştıktan sonra yaralı olarak ele geçirilmiştir (1918).
Bir savaş gemisi ve bir denizaltı eşliğinde Malta’ya sürgüne gönderilmiş, sürgünlüğü sırasında Arabistan’daki macerasını, yakalanışının ve sürgün hayatının ayrıntılarını anlatan bir eser yazmıştır.
İngilizlerle imzalanan esir değiş-tokuş anlaşması gereği serbest bırakılmış, deniz yoluyla Anadolu’ya dönmüştür. Malta dönüşü hemen milli mücadeleye katılmış, kendi yetiştirdiği Çerkez Ethemle beraber Kuvva-yı Seyyare’de Yunan işgaline karşı savaşmıştır (1920).
Özellikle Adapazarı civarındaki Kuvay-i Milliye başarıları ona mal edilmiştir. Anadolu Osmanlı İhtilal Komitesi’nin kurucusu olduğuna dair söylentiler de vardır.
1911 yılında Trablusgarb’ta Enver bey ile birlikte direniş hareketlerini örgütlemiş, 1912 yılında 2. Balkan Savaşı sırasında Enver Bey, kardeşi Sami Kuşçubaşı, Cihangiroğlu İbrahim ve Süleyman Askeri ile birlikte Çorlu, Tekirdağ, Malkara, Hayrabolu ve Edirne’nin kurtarılmasında yer almıştır. Aynı yıl Süleyman Askeri ve yörenin ileri gelenleri ile beraber Batı Trakya’da ilk Türk Cumhuriyeti’nin kurulmasına katkıda bulunmuştur (31 Ağustos 1913).
Lozan Antlaşması’nın Temmuz-1923′de imzalanmasıyla, Çerkez Etem’e yakınlığı ile bilinen Eşref Kuşçubaşı, Çerkez Ethem’le birlikte 150′likler listesinde yer almış ve vatana girişi 1936 yılına kadar yasaklanmıştır. 1936 affıyla yurda girişi serbest bırakıldığı halde “Hiçbir zaman af dilemedim, hain değilim ki affedileyim.” demiş ve yurda dönmemiştir.
1950′de Demokrat Parti iktidara geldikten sonra Türkiye’ye dönmüştür. Yurda dönene kadar“Mısır’da İskenderiye” şehrinde ikamet etmiş olup bu zaman içerisinde herhangi bir istihbarat faaliyetine katılmamış olduğu tahmin edilmektedir.
1950-1964 yılları arasında Türkiye’de yaşamış ve beraber savaştığı silah arkadaşlarının mezarlarını dolaşmıştır.
Bizim asıl konumuz Batı Trakya Türkleri, Balkanlar ve Batı Trakya’da Kurmuş olduğu Batı Trakya Türk Cumhuriyeti olacaktır.
Batı Trakya, 1912 Balkan Harbine kadar, 548 yıl Osmanlı hâkimiyetinde kalmıştır. Balkan Harbi’nden Lozan Antlaşması’na kadar, Batı Trakya’da birkaç defa Türk hükümetleri kurulmuştur.
1913 yılında Batı Trakya’da bazı ayaklanmalar olmuştur. Ayaklanmalar umum çeteler komutanlığına Eşref Kuşçubaşı getirilmiştir. Bu kuvvetlerin çarpışmaları sonucu 31 Ağustos 1913’te Gümülcine ve ertesi gün de İskeçe kurtarılmıştır. Gümülcine’nin işgaliyle birlikte Garbî Trakya Hükûmet-i Muvakkat ası kurulmuştur.
Aziz Üstel’in bugün Star’da yayımlanan köşe yazısı işte bu kahramanı anlatıyordu:
Eşref Sencer Kuşçubaşı ya da Uçan Şeyh ya da Hazret-i Bek (Bey Hazretleri) sadece Teşkilat-ı Mahsusa’nın Süleyman Askeri’den sonraki Reisi değil, aynı zamanda Arap Yarımadasında Osmanlı’nın son dalgalanan bayrağı, casusluğu sanata dönüştüren yiğidi ve gerilla savaşçısıydı da. Kuşçubaşı Eşref Birinci Dünya Savaşı yıllarında olağanüstü işler başardı, efsaneleşti, adına türküler yazıldı. Ha unutmadan, kimilerinin nedense anlatmakta ısrar ettiği gibi, Ermenilere kurşun sıkmadı, sözde “soykırım” denen, aslıysa çok farklı olan işlere hiç bulaşmadı! Şimdi, kulak verin hele sadece bir tek kahramanlığına Eşref Bey’in:
Yemen’deki Yedinci Ordu’ya 300 bin altın götürmekle görevlendirilmişti. Yanına 43 kişi alarak ve de sürekli kılık değiştirerek yola çıktı. Ne var ki, Cembele Bölgesi’nde, İngilizlerin ünlü casusu Lawrence’ın örgütlediği 2 bin kişilik Bedevi-İngiliz birliğince kıstırıldı ve savaşa tutuştu o saat. Kuşçubaşı, bir avuç adamıyla birlikte 2 bin kişilik Bedevi ve İngiliz kuvvetlerini saatlerce oyaladı; Zenci Musa’nın, alacakaranlıktan da yararlanarak 300 bin altınla birlikte kaçmasını sağladı. Musa, altınları Yedinci Ordu Komutanı Ahmet Tevfik Paşa’ya teslim etmeyi başardı. London TimesGazetesi bu çarpışmayı 12 Ocak 1917’de baş sayfasından verdi. Kuşçubaşı’nın 18 saat çarpıştıktan sonra yaralı olarak ele geçirildiği haberi Arabistan’da hemen duyuldu. Şerif Hüseyin’in El KıbleGazetesi, ertesi gün “Uçan
Şeyh’in Kanadı Kırıldı”başlığıyla çıkınca hala Osmanlı’ya bağlı ve Kuşçubaşı’ya hayran halk, gazeteleri sokaklarda yaktı.
Hastanede yatan Kuşçubaşı’yı ilk ziyarete gelenlerin başında Arapları Osmanlı’ya karşı ayaklandıran, askerimizi arkadan vurmalarını sağlayan Lawrence’dı. Eşref Lawrence’ı görünce yatağının içinde doğruldu: “Kazandığını sanıyorsun değil mi? Ama henüz her şey bitmedi. Hükümetinin başına öyle bir çorap öreceğim ki, yüzyıl uğraşsanız, bitiremeyeceksiniz!” dedi sakin bir sesle.
Bu sözünün altında Teşkilat-ı Mahsusa’nın İrlanda Cumhuriyet Ordusu (İRA) yapılanmasını örgütlemesi, kırsalda savaş konusunda eğitmesi, para ve silah yardımı yapması yatar. (Kaynak: Cemal Kutay)
Şerif Hüseyin’se Kuşçubaşı’nın gerçekten yakalanıp yakalanmadığını anlamak için oğlu Emir Abdullah’ı hastaneye yolladı. Eşref Bey, Emir’i görünce nefretle süzdü dipten doruğa ve haykırdı:“Hayber’de Peygamberimiz Efendimiz İslamiyet için düşmanlarla savaşmıştı. Ondan bin iki yüz seksen beş yıl sonra biz Türkler de İslamiyet, onur ve haysiyet adına bizi arkadan vuran, İngiliz’in maşası sizlerle çarpıştık. Hainsiniz hepiniz. Haram olsun size yedirdiğimiz ekmeklere. Sizler Şerif değil senig (alçak) adamlarsınız! Tuh yüzünüze!”
Kurtuluş Savaşı’nda da cepheden cepheye koştu Eşref Bey. Çerkez Ethem’le yakın dost olduğu için 150’likler listesine alındı ve yurda girişi 1936’ya kadar yasaklandı. Derken af çıktı dönebileceği bildirildi. Ve Eşref kükredi: Ben bir kusur, bir suç işlemedim ki beni bağışlıyorlar!
Yurda döndüğünde yıl 1955’ti; Salihli’deki çiftliğine çekildi ve 1964 yılında da öldü. Allah rahmet eylesin.
Aziz Üstel, Star, 16.02.2012
Kaynak: http://farukarslan.com/genel/son-yuzyilin-en-buyuk-casusu-kuscubasi-esref-bey/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder