20 Ekim 2014 Pazartesi

Gül Muhammed / Molla Abdullah


İlk Türk-Avustralya savaşının Avustralya’da başlayıp Çanakkale’de devam ettiğini biliyor muydunuz?.. İki şehit verdiğimiz Avustralya'nın Broken Hill kasabasındaki Türk Kayası Anıt’a dönüştürülmelidir.

Tarih, olayları gerçekçi ve dürüst bir şekilde yansıttığı zaman, gelecek nesillere ışık tutabilir.Ve ders alınacak tarih, ancak gerçeklere sadık kalınarak dürüstçe yazılmış tarihten alınır.

Herkesin bildiği Avustralyalılar ile Türkler arasındaki savaş, aslında Çanakkale’de değil,1 Ocak 1915 de Broken Hill kasabasında başladı daha sonra Çanakkale’ (Gelibolu) de devam etti.Ancak Avustralya ile Türkiye arasında dostluğa dönüşen Çanakkale savaşının öncesi bir Brokel Hill olayı vardır ki hayli ilginçtir.Ne yazık ki hiç bir tarihçi veya bir yetkili, aslında bir savaş olan bu olayın nedenini merak ederek araştırmadı bile..

Türklerle Avustralyalılar arasındaki ilk savaş diyeceğimiz ve Avustralya tarihinin en garip olaylarından biri olan Broken Hill olayı-savaşı, yıllar önce bu ülkeye gelen ve Broken Hill adlı kasabada yaşayan Afgan toplumundan (bazıları Afgan Türkleri diyor) seyyar dondurmacı Gül Muhammed ve kasap Molla Abdullah’ın Osmanlılar adına Avustralyalılara karşı başlattıkları bir savaştır.

Avustralya’nın İngilizlerin isteği üzerine Çanakkale’ye asker göndereceği haberini alır Gül Muhammed ve Molla Abdullah.Bu haber iki Afganlıyı üzer daha doğrusu öfkelendirir. "Ortada hiç bir neden yok iken Avustralyalılar nasıl olurda savaşmak için Osmanlı topraklarına asker gönderir?" diye düşünürlerken bu sırada duvarlara "Gönüllü askerler aranıyor" şeklinde ilanlarda asılmaya başlar.

Bu durum karşısında daha fazla dayanamayan iki Müslüman Afganlı tepkilerini göstermek için sonunda Avustralyalılara karşı savaşma kararı alırlar.

Osmanlı padişahlarının tüm dünya Müslümanlarınca Halife sayıldığı o tarihte Gül Muhammed ile Molla Abdullah; "Bizim Halifemizin ülkesine nasıl asker gönderirsiniz? Biz size gösteririz!" düşüncesiyle olacak, silahlarını kuşanıp, yılbaşı (1 Ocak 1915) eğlence pikniğinden trenle kasabaya dönen halka, ellerindeki silahlarla ateş açarak saldırı başlatırlar.

Bu iki savaşçı dondurma arabasını da kendilerine siper yaparak, piknikten dönecek içinde binden fazla insanın bulunduğu treni uygun bir yerde beklemeye başlarlar..Sonuçta piknik dönüşü kasabaya dönmekte olan tren kendilerine yaklaşınca "Allah ! Allah!.." sesleriyle trendeki insanlara ateş ederler.

Beklenmedik bir anda kurşun yağmuruna tutulan kasaba halkı, neye uğradıklarını bilmeden şaşkın bir vaziyette feryada başlarlar.Bu ani saldırı karşısında bazıları vagonları kendilerine siper yaparlarken,bazıları da trenden atlayarak kaçmaya başlarlar. Kendilerini koruyamayanlar ise atılan kurşunlarla yaralanırlar.

Ortalık tam bir savaş alanına, barut dumanı ve kan gölüne dönüşür. Bir ara fırsat bulan makinist treni hızla olay yerinden-savaş alanından uzaklaştırarak kasabaya döner.

Olay kasabada yayılır ve polis,Avcılar kulübü üyeleri ve silahlı halktan oluşan 500 kişilik silahlı topululuk Gül Muhammed ile Molla Abdullah’ın peşine düşer. Trenin gitmesi sonrası dondurma arabasını bırakıp, kasaba dışında saklanacak bir yer bulmak için olay yerinden uzaklaşırlar.

Kasaba dışında yaşlı bir Avustralyalıya ait eski bir kulübe gören iki kafadar burada saklanmak ister ama olaylardan habersiz kulübenin yaşlı sahibi bu iki insanı silahlı görünce gözü pek tutmaz ve içeri almadığı gibi kapıyı da yüzlerine kapatır.Buna sinirlenen savaşçılar kendisine bir el ateş ederek yaşlı kulübe sahibini yaralarlar.

Savaşçılar bu defa kasabanın Batı bölümünde şimdi "Türk kayası" diye anılan eski adı "Beyazkaya" olan büyükçe bir kayayı kendilerine siper yaparak beklemeye başlarlar. Çünkü o bölge düz araziden oluştuğu için kolayca görülüp öldürülebileceklerini düşünürler. Zaten cephaneleri azalmış,yiyecek,içecekleri de bitmek üzeredir.

Çok geçmeden silahlı halk ve polisler iki savaşçının yerini bularak saldırıya geçtiklerinde ilk elde polis şefi yaralanır.Bu sırada çapraz ateşe geçen polis ve halktan atılan kurşunlarından biri,bahçesinde odun kesmekte olan yaşlı bir Avustralyalının da ölümüne sebep olur.

Bu karşılıklı atışlar sonucunda Gül Muhammed olay yerinde, Molla Abdullah ise ağır yaralı olarak hastaneye götürülürken yolda şehit olur.

Olay sonrası galeyana gelen halk öfkelenir ve bir maden kasabası olan Broken Hill’de yabancılara karşı da tepki ve göstermeye başlarlar.

Hatta Alman kulübü ateşe verilir,kasaba dışındaki olaylardan habersiz deve ile nakliyat yapan Afganlıların kamplarına da saldırı düzenlerler..

Kasabada o tarihte yayınlanan mahalli gazetelere,belgelere baktığımızda, 1 Ocak 1915 tarihindeki ilk Türk-Avustralya savaşında, dördü Avustralyalı olmak üzere Gül Muhammed ve Molla Abdullah ile beraber altı kişi hayatını kaybederken yedi kişide yaralanır.

Bu Avustralya ile Türkiye arasındaki ilk savaş daha sonra Çanakkale (Gelibolu) de devam eder..

"Şehit Anıtı mı - Dostluk Anıtı mı olsun?"

1997 yılında Canberra’da Büyük Elçilik yapan aynı zamanda Araştırmacı-Yazar olan Bilal Şimşir, bu Broken Hill olayı üzerinde durur ve bu iki Afganlı için vuruldukları Türkkayası denilen kayanın, yapılacak bir düzenleme ile "Türk Şehitlik Anıtı" haline getirilmesini ve bu anıta Atatürk’ün Anzac askerleri için söylediği sözlerinin bir plaket halinde konmasını düşünür.

Çünkü "Türkler, Avustralyalıların Çanakkale’de (Gelibolu) ölen Anzac askerleri için bir anıt yapmalarına müsaade ettiğine göre Türkler için şehit olan bu iki insanın anısına neden bir anıt yapmayalım ki.." diye düşünür Büyük Elçi Bilal Şimşir.

Bu düşünceden hareketle yola çıkan Şimşir, düşüncesini Avustralya Dışişleri bakanlığına iletir ve bu arada Türk toplumundan da destek ister. B.Elçi Bilal Şimşir’in müracaatını bakanlık Broken Hill kasabası belediyesine ileterek görüş ister.

Bu konudaki yazışmalar devam ederken ne yazık ki, tarihine ve şehitlerine saygısız bir kısım Türkler, Avustralyalılardan önce bu anıt yapma fikrine karşı çıkarlar!..

Hatta bazı Türkler öyle fanatikleşir ki,vatanlarına haksız yere savaşmaya giden zihniyete karşı canlarını veren bu iki insana "eşkıya" gözüyle bakarlar !.

Fanatik Türklerin anıtın önlenmesi yani yapışmaması için karşı beyanları devam ederken, Broken Hill kasaba belediye meclisi konuyu tartışır ve Şehitler Anıtı yerine Gelibolu’dan başlayan Türk Avustralya dostluğu göz önüne alınarak yapılacak anıtın, şehitlik değil de "Türk-Avustralya Dostluk Anıtı" adını almasının daha uygun olacağı kanaatine varır.

Ama yukarıda da değindiğimiz içimizdeki kraldan çok kralcılar-fanatikler yüzünden adı ne olursa olsun bu anıt işi yarım kalır.

Kendi insanından böyle beklenmedik tepkilerin gelmesi sonucu,yazdığı tarih kitaplarıyla da tanınan B.Elçi Bilal Şimşir’i büyük bir üzüntüye sevk eder ve çalışmalarından vazgeçer.

Avustralya ve Yeni Zelanda’nın garip istekleri !

Yazar Ergun Göze’nin 23-24 ve 26 Eylül tarihli yazılarından, Avustralya ve Yeni Zelanda Başbakanlarının Gelibolu’daki 300 dönümlük bir araziyi Türkiye’den resmen istediklerini,o toprakların kendi kontrollerinde olmasını arzuladıklarını öğreniyoruz.

Silahla alamadıkları topraklardan bir kısmını şimdi bu iki ülke Lozan Antlaşmasında yer alan bazı maddeleri ileri sürerek hak sahibi olduklarını ifade eder bir tavır içine girmişler !

Her iki Başbakan konuyla ilgili ilk resmi müracaatlarını 2003 ve 25 Nisan2005 tarihinde de ikinci defa yapıyor bir an önce de cevap bekliyorlar!

Orman ve Çevre Bakanlığınca Milli Park olarak ilan edilen bir arazi üzerindeki bu garip istek, anında reddedilmesi gerekirken Dışişleri Bakanlığınca her halde gereğinin yapılması amacıyla olsa gerek Orman ve Çevre Bakanlığına iletiliyor.

Bu hareketleriyle; "Sen AB’ye gireceğiz diye Avrupalıların her isteğini yerine getiriyorsun.Şimdi de bizim isteklerimizi yerine getir bakalım!" diyor el oğlu bir yerde…

TRT BELGESELİNİ YAPMALI


Avustralyalılarla Türkler arasındaki bu ilk savaşın bir belgesel haline getirilmesi konusunda şahsen TRT’yi defalarca uyardım.

Yazılı müracaat yaptım.Yurtdışı Yayın Müdürüyle konuştum;
"Fevkalâde güzel, tam belgesel olacak bir konu" dediler ama halâ bir netice yok!..

Bekliyoruz, belki yetkililer de TRT’ye bir uyarı da bulunurlar.
Hulusi ŞENEL

Kaynak: http://www.frmtr.com/tarih/412423-ilk-turk-avustralya-savasi-avustralya-da-baslayip-canakkale-de-devam-etmistir.html

Konuyla ilgili kitap hk: 


İki Türk'ün Avustralya'ya Savaş İlanı

BİR KİTABIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
Hatice YALÇIN
Geçen gün bir toplantıda, bir öğrencim bana bir kitap gösterdi. “Bakar mısınız hocam?” dedi.
Eserin Adı: İki Türk’ün Avustralya’ya Savaş İlânı
Yazarı: M. Türkay Ilıcak
Başlığı görünce tamam dedim. Bunlar da bizim Donkişotlar. Oysa eserin konusu: Avustralya’nın Broken Hill kasabasında yaşayan iki Türk’ün 1 Ocak 1915’te, yılbaşı gününde hareket halinde olan trene ateş açmaları. Trendeki bazı kişilerin polise haber vermeleri, olayı dışarıdan gören bir kasabalının da durumu asker, polis ve mavzer tüfek teşkilatına bildirmesi. Polislerin, askerlerin ve silahlı sivillerin kahramanlarımıza saldırmaları...
Olay, kahramanlarımızın (Gül Mehmet ve Molla Abdullah’ın) 1 Ocak 1915 günü saat 10.00 gibi trene ateş açmalarıyla başlar. Tren hızla hareketine devam ettiği içini, Gül Mehmet ve Molla Abdullah da ilerideki ak kayalıklara doğru koşup siper alırlar. Ölümüne savaş bir, bir buçuk saat kadar sürer. Önce Gül Mehmet ağır yaralanır. Sonra Abdullah da mücadelenin sonunda şehit olur. Silahların sustuğunu gören kasabalı, kahramanlarımızı adalete teslim etmek niyetinde değildir. Kendileri cezalandırmak isterler. Birinin ölü, diğerinin ağır yaralı olduğunu gördükleri halde üzerlerine hunharca saldırırlar. Sonunda 17 yerinden ağır yaralanan Gül Mehmet de hastaneye götürülürken yolda şehit olur. Kasabalılar emniyet teşkilatında ve hastanede şehitlerimizin aleyhinde taşkınlıklar yaparlar. Müslümanlardan oluşan devecilerin yaşadığı kampa saldırmak isterler. Zar zor önlerine geçilir. Askerlerin, polisin ciddî gayretleriyle şehitlerimiz toprağa verilir, ama hiçbir kasabalı nereye gömüldüklerini öğrenemez.
Kahramanlarımızdan Gül Mehmet 25 yaşlarındadır. At arabasıyla dondurma satarak, madence zengin Broken Hill kasabasında hayatını sürdürmektedir. Molla Abdullah da 65 yaşlarındadır. Afganlıların yaşadığı Deveciler kampında ki burası bir mülteci kampıdır, kasaplık yapmaktadır. Resmi görevi kamp imamlığıdır. Başında sarığı vardır. İslamî bir kıyafet içindedir. Bu yüzden kasabanın gençleri, çocukları tarafından rahatsız edilir, tacize uğrar. Uygun yerde kurban kesmiyorsun diye yetkililerce cezalandırılır. Deveciler Kampı’nda Gül Mehmet ile arkadaş olur.
Şehitlerimizin ceplerinden çıkan mektuptan Gül Mehmet’in millî duygularının çok yüksek olduğunu öğreniyoruz. Savaş için birkaç kez Türkiye’ye gidip Padişahla görüşmüş. Ben Türkiyeliyim, Abdülhamit’in memleketindenim, diye yazıyor. Molla Abdullah’ı tren baskınına ikna ediyor. Kimsenin kendilerini yönlendirmediğini, kendi kararlarıyla bu olayı gerçekleştirdiklerini yazıyorlar.
Zaman, I. Dünya Savaşı’nın hızla yaşandığı bir zaman. Osmanlı, Devleti Âli de 29 Ekim 1914’te savaşa girmiş, İngiliz İmparatorluğu ile savaşmakta. İngilizler, Avustralya’dan, Yeni Zelanda’ya kadar olan sömürgelerinden paralı asker toplayıp Avrupa’ya, Ortadoğu’ya gönderiyor. Bu savaşlar yalnız Avrupa’yı, yalnız Ortadoğu’yu değil, bütün dünyayı ilgilendiriyor.
20 bin km. uzakta yaşayan Gül Mehmet ve Molla Abdullah da bu savaşla ilgilenenlerden. Çünkü yaşadıkları Broken Hill’den savaş için trenlerle asker sevkiyatı yapılmaktadır. Kahramanlarımız durup dururken tren baskınına karar vermiyorlar. Olaya macera gözüyle bakmıyorlar. Avustralyalılar bile olayı yayın organlarında “İki Türk’ün Avustralya’ya Savaş İlanı” diye yayınlıyorlar. O zamanın bir başka Avustralya gazetesinde; “Dondurmacı Gül Mehmet ile Molla Abdullah birleşerek Avustralya’ya karşı bir ordu kurdular. Bu savaşta ölmeye yemin ettiler.” diyor. Yine Avustralya Tarih kitaplarında bu olay: “Avustralya dâhilindeki I. Dünya Savaşı” olarak geçer. Bu savaşta (6) kişinin öldüğünü (7) kişinin de yaralandığı duyururlar.
Düşünün bir kere, binlerce kilometre ötelerde iki Türk, kendi diktikleri Türk askeri kıyafetini giyip, Türk bayrağına sarınıp, dondurma arabasına da bir mavzer tüfek, tabanca, bıçak, hayli mermi koyup, asker sevkiyatı yapan trene ateş açarlar. Peki, onlara bu saldırıyı yaptıran güç nedir?
Bu sorunun cevabını Akif’in Balkan bozgunu sonrasında ve İstiklal Harbi öncesinde kaleme aldığı aşağıdaki dizelerde aramak lazım.
Eş hele bir dağları örten karı
Ot değil onlar, dedenin saçları
..............................................
Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak
O, benim milletimin yıldızıdır, parlayacak
O benimdir o benim milletimindir ancak...
Arkadaş yurduma alçakları uğratma sakın
Siper et gövdeni dursun bu hayâsızca akın
Doğacaktır sana vaat ettiği günler Hakkın
Kim bilir belki yarın belki yarından da yakın
.......................................................................
Yine bir başka şairimizin;
Bu vatan toprağın kara bağrında
Sıra dağlar gibi duranlarındır.
Bir tarih boyunca onun uğrunda
Kendini tarihe verenlerindir.
............................................
dizelerinde aramak lazım, vereceğimiz cevabı.
M. Türkay Ilıcak’ın “İki Türk’ün Avustralya’ya Savaş İlanı”ndan öğrendiğimize göre Avustralyalılar olayın üzerinden hayli zaman geçmesine rağmen ciddi araştırmalar yapıyorlar. “Bazı adaletsizlikler için ve hiçbir ümitsizliğe kapılmadan uzaktaki ülkeleri uğruna canlarını verme pahasına böyle bir harekete kalkışan etrafları sarılmış iki Türk.” diye bahsediyorlar. Konuyla ilgili filmler çeviriyorlar. Senaryo yazıp tiyatrolarda oynuyorlar. Peki ya biz, bizler bu iki şehidimiz için neler yaptık, neler yapmalıyız?
M. Akif olsaydı Çanakkale Şehitlerine yaptığı gibi, Kâbe’yi şehitlerimize taş olarak diker, gök kubbeyi yıldızlarıyla şehitlerimizin üstüne çeker, nisan bulutlarından türbelerine tavan yapar, Ülker yıldızını avize olarak getirir, yine de ruhu tatmin olmaz;
“Ey şehit oğlu şehit isteme benden makber
Sana aguşunu açmış duruyor, Peygamber!” deyiverirdi.
1977’de Türkiye’nin Avustralya büyükelçisi Bilal Şimşir harekete geçer. Avustralya’daki Türk vatandaşlarıyla görüşür. Kasabanın Belediye Başkanı Mr. Blak ile konuyu görüşür ve anlaşmaya varır. Hatta başkan, daha ileri giderek dikilecek abidenin zemin betonuna kadar yapabileceklerini söyler. Anıt için çizimler yapılır. İş orada kalır. O gün, bu gündür ortada bir şey yok. Oysa bu iki şehidimin oradaki varlığı bizim şerefimizdir! Şairin;
Dur yolcu, bilmeden gelip bastığın
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver bu sessiz yığın
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.
dediği gibi;
Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda
Gördüğün bu tümsek Avustralya Broken Hill kasabasında
İstiklâl uğrunda, namus yolunda, bayrak uğrunda
Can veren Gül Mehmet’in, Molla Abdullah’ın yattığı yerdir.
Onlar inandıkları değerler uğrunda canlarını verdiler. Biz onlardan bir anıtı esirgemeyelim, sakınmayalım. Büyükelçimiz Bilal Şimşir’in başlattığı çalışmaları şehitlerimize layık bir abide ile taçlandıralım. İçimizden “Acaba dostluğumuza, diyalogumuza halel gelir mi?” diye bu abidenin yapılmasına sıcak bakmayanlar, engel olanlar çıkacaktır. Onları Allah’a havale ediyorum. Bu abidenin yapılması için ben emekli bir edebiyat öğretmeni Hatice Yalçın olarak maddi, manevi ne gerekiyorsa yapmaya hazırım.
ŞEHİTLERİMİZİN RUHU ŞÂD OLSUN!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder