18 Kasım 2014 Salı

Nasreddin Hoca

Nasreddin  Hoca


Türk Halk Bilgesi ve Fıkra Kahramanı


1208 yılında Eskişehir’in Sivrihisar ilçesinin Hortu köyünde doğdu. Babası Hortu köyü imamı Abdullah Efendi, annesi aynı köyden Sıdıka Hatun'dur. Önce Sivrihisar'da medrese öğrenimi gördü. Babasının ölümü üzerine Hortu'ya dönerek köy imamı oldu. 1237 yılında Akşehir'e yerleşti. Burada Seyyid Mahmud Hayrani ve Seyyid Hacı İbrahim'in derslerini dinledi. İslam diniyle ilgili çalışmalarını sürdürdü. Bir söylentiye göre medresede ders okuttu, kadılık görevinde bulundu. Bu görevlerinden dolayı kendisine 'Nasuriddin Hâce' adı verildi. Sonradan bu ad, 'Nasreddin Hoca' biçimini aldı.

Onun hayatıyla ilgili bilgiler, halkın kendisine olan aşırı sevgisi yüzünden, söylentilerle karıştı. Yer yer hayatıyla ilgili bilgiler olağanüstü ve gülünç nitelikler kazandı.

Bu söylentiler arasında, onun Selçuklu sultanlarıyla tanıştığı, Mevlana ile yakınlık kurduğu, kendisinden 70 yıl sonra yaşayan Timur'la konuştuğu, birkaç yerde birden göründüğü gibi bilgiler vardır. 1284 yılında Akşehir'de vefat etti.



FIKRALARININ ÖZELLİKLERİ

Nasreddin Hoca'nın değeri, yaşadığı olaylarla değil, gerek kendisinin, gerek halkın onun ağzından söylediği gülmecelerdeki anlam, yergi ve alay öğelerinin inceliğiyle ölçülür. Onun olduğu ileri sürülen gülmecelerin incelenmesinden, bunlarda geçen kelimelerin açıklanışından anlaşıldığına göre o, belli bir dönemin değil Anadolu halkının yaşama biçimini, güldürü öğesini, alay ve eğlenme türünü, övgü ve yergi becerisini dile getirmiştir. Onunla ilgili gülmeceleri oluşturan öğelerin odağı sevgi, yergi, övgü, alaya alma, gülünç duruma düşürme, kendi kendiyle çelişkiye sürükleme, dinin temel kabulleriyle çelişmeden çok ince bir söyleyişle hoşgörüyü yeğlemedir. O, bunları söylerken bilgin, bilgisiz, açıkgöz, uysal, vurdumduymaz, utangaç, atak, şaşkın, kurnaz, korkak, atılgan gibi çelişik niteliklere bürünür. Özellikle karşısındakinin durumuyla çelişki içinde bulunma, gülmecelerinin genel özelliğidir. Bu özellikler Anadolu insanının, belli olaylar karşısındaki tutumunu yansıtan, düşünce ürünlerini oluşturur. Nasreddin Hoca, halkın duygularını yansıtan, bir gülmece odağı olarak ortaya çıkarılır.

Söyletilen kişi, söyletenin ağzını kullanır, böylece halk Nasreddin Hoca'nın diliyle kendi sesini duyurur. Nasreddin Hoca, bütün fıkralarında, soyut bir varlık olarak değil, yaşanmış bir olayla, bir olguyla bağlantılı bir biçimde ortaya çıkar. Olay karşısında duyulan tepkiyi ya da onayı gülmece türlerinden biriyle dile getirir. Tanık olduğu olaylar, genellikle, halk arasında geçer. 


http://www.biyografi.net/KisiAyrinti.asp?kisiid=285

TÜRKİYE NASRETTİN HOCASI

Türk esprisinin büyük zekâsı, tanınmış halk filozofumuz Nasreddin Hoca'yı, yalnız Türk toplumu değil, doğudan batıya her millet sever. Herkes, bu büyük halk filozofunun her devirde aktüalitesini koruyan, güzel fıkralarına hayrandır.

Tarihî kaynakların verdiği bilgilere göre, Nasreddin Hoca, Anadolu Selçukluları devrinde, 1206 yılında, bugün Eskişehir'e bağlı Sivrihisar ilçesinin Hortu köyünde doğmuştur. İlk öğrenimini Hortu'da bir süre babası Abdullah Hoca'nın medresesinde yapmış, çocukluk yıllarını Hortu' da geçirmiştir. Söylentilere ve onun gerçek fıkralarından çıkarılan sonuçlara göre, Hortu'da çıkan kıtlık yüzünden ailesi ile birlikte Sivrihisar'a yerleşmiş, öğrenimini burada sürdürmüştür.

Sivrihisar, o zamanlar Selçuklu devrinin küçük, fakat şirin bir kasabasıdır. Küçük Nasreddin, minareyi ilk kez burada görmüş, arkadaşlarıyla hamama gitmiş, bahçelerden çağla yolmuştu. Onun, hamamdayken yumurtladıklarını söyleyen çocuklara karşı horoz taklidi yapması, ağaçtan meyve çalarken bahçe sahibinin yakalaması, (Ağaçta ne yapıyorsun?) sorusuna (Ben bülbülüm) diyerek bülbül gibi ötmesi, sonra da bahçe sahibine (kusura bakma, acemi bülbül bu kadar öter) cevabını vermesi, Sivrihisar'daki çocukluk anıları arasındadır. Nasreddin Hoca bir zaman sonra, öğrenimini ilerletmek amacıyla, başşehir Konya'ya yolcu olmuştur.

Nasreddin Hoca, Konya'da bir medreseye yerleşmiş ve öğrenimine başlamıştır. O günlerde başından bir olay geçer. Şehirde bıçak taşıma yasağı vardır. Bir gece şehrin Subaşı'sı, Nasreddin Hoca'nın üzerinde koca bir kasatura bulunca, Nasreddin: (Kusura bakmayın!. Ben medrese öğrencisiyim. Bu kasatura ile de kitaplardaki yanlışları kazırım.) diye özür diler. Subaşı'nın: (Bir yanlış için bu kadar uzun kasaturaya ne lüzum var?) demesi üzerine en güzel cevabı verir: (Kitaplarda bazen öyle yanlışlar var ki, bu kasatura bile az gelir!).

Nasreddin Hoca'nın Konya'da medrese öğrenimini tamamladıktan sonra, bir ara gölge kadılığı yaptığını görüyoruz. Gölge kadıları, tecrübeli hâkimlerin yanında çalışan ve bazı küçük davalara bakan kadı adaylarıdır. Odun kıran bir adamın karşısında (hınk) diyen birinin oduncudan hak istemesi, vermeyince mahkemeye baş vurması, Nasreddin'in bu davayı görürken, bir kese parayı şıngırdatarak: (Hadi sen de paraların sesini al) diye hüküm vermesi, onun kadılık günlerindeki anılarından biridir.

Bir süre sonra kadılıktan ayrılan, üstadı, büyük bilgin Seyid Mahmud Hayranî'nin Akşehir'e yerleşmesiyle Konya'yı terk eden ve Akşehir'e göçen Nasreddin Hoca, artık kişiliğini bulmaya ve usta bir sosyolog gözüyle olaylara neşter vurmaya başlar.
Nasreddin Hoca'yı bundan sonra, Akşehir'de gösterişsiz yaşantısı içinde, dert çeken, uman, isteyen, efkârlanan, sonunda efkârını bir nüktede boğan bir halk adamı olarak görüyoruz.

Bir ziyafete yeni kürküyle gitmiş. gördüğü itibar üzerine (Ye kürküm ye!.) deyişinde insanı yalnızca dış görünüşü ile değerlendiren toplumun, doğuran kazan hikâyesinde aç gözlülüğün, Akşehir Gölü'ne yoğurt çalarken: (Göl yoğurt tutar mı?) diyenlere karşı: (Ya bir tutarsa!.) cevabındaki gerçek yönleri...

Bir gün kürsüye çıkıp ta: (Ey ahali ne söyleyeceğimi biliyor musunuz?) diye sorduğunda, çevresindekilerden bazılarının "biliyoruz" bazılarının da "bilmiyoruz" cevabını vermeleri üzerine: (O halde bilenler bilmeyenlere öğretsin!.) diyerek kürsüden inmesi, az ders mi insanoğluna? Eğitimin temel yapısı, bilenin bilmeyene öğretmesi demek değil midir?
Akşehir'deyken Moğol şehzadesi Keygatu ile aralarında geçen, sonraları yanlışlıkla Timur'a mal edilen olaylar, pek iyi bilinen fil hikâyeleri, Akşehir'de medrese hocalığı yaptığı günlerde tanınmış mollası İmad ve yanından hiç ayırmadığı sevgili eşeği Bozoğlan, Nasreddin Hoca'nın yaşantısında önemini her zaman korumuştur.

Eşeğinden düştüğü zaman gülenlere: (Ne gülüyorsunuz yahu, düşmeseydim zaten inecektim) deyişi, yitirdiği eşeğini türkü söyleye söyleye ararken, bunun nedenini soranlara: (Bir umudum şu dağın ardında, orada da bulamazsam, o zaman seyredin bendeki ağıtı...) cevabını vermesi, onun renkli ve çok yönlü yaşantısının anekdotları arasında yer alır.

Nasreddin Hoca, Akşehir'de evlenmiş, çoluk çocuğa karışmıştır. Onun iki kızından Fatma Hatun ile Dürr-ü Melek'in mezar taşları, son yıllarda bulunmuş ve Akşehir Müzesine kaldırılmıştır.

Hani bir fıkrası vardır. Nasreddin Hoca bir gün, çeşmeden su doldurması için kızlarından birinin eline bir testi verir, sonra da testiyi kırmaması için sıkı sıkı tembih ederek yanağına bir tokat indirir. Bunu görenler Hoca'ya çıkışırlar (Kızın ne suçu vardı da tokatladın?) Hoca'nın cevabı ibret vericidir: (Testiyi kırmaması için... Kırdıktan sonra, tokat atmışım, atmamışım ne önemi var? Önceden vurursam, dikkat eder, kırmaz...) Mezar taşlarının birinin üzerinde Dürr-ü Melek'in resmi de bulunmaktadır.

Nasreddin Hoca, yaşının seksene yaklaştığı bir sırada, 1284 yılında Akşehir'de ölmüş, mezarı üzerine altı sütuna oturan kubbeli bir türbe yaptırılmıştır. Kubbenin altında, Nasreddin Hoca'ya ait mermer bir sanduka görülür. Bu sandukanın baş tarafındaki kitabede, Hoca'nın ölüm tarihi olan 683 Hicri yılı, tuhaflık olsun diye ters yazılmıştır. Burada, her yönü açık olan Türbeyi kilitleyen Selçuklu devri kilidi, bir sembol olarak yer alır.
Nasreddin Hoca'nın ölümü, onun yeniden doğumu olmuştur. Onun, toplumun temeline oturan sağlam fikir yapısı, her geçen yılla geçerli olmuş, yüzyıllar onu daha dinç, daha diri yapmış, şöhreti, Türkiye sınırlarını da aşarak dünyayı sarmıştır. Nasreddin Hoca bugün tüm insanlığın malıdır.

Akşehirliler, çok sevdikleri Nasreddin Hocaları için her yıl Temmuz ayında festivaller düzenler. Bu festivallerde, Nasreddin Hoca'nın ağzından bir türlü huzura kavuşamayan dünyamıza, iyilik ve mutluluk mesajları yayınlanır.


Kaynak: http://www.forumtayfa.net/genel-tarih-ve-inkilap-tarihi/100450-tarihe-gecmis-onemli-turk-buyukleri-2.html

Fıkraları için: 
http://www.nasrettinhoca.info/
http://www.fikralarim.com/nasrettin-hoca-fikralari
http://nasreddinhocabirgun.blogspot.com.tr/

Nasreddin Hoca'nın Kısa Tarihi




2009'dan beri Nasreddin Hoca'nın Tarihi adlı bir incleme kitabı yazmaya çalışıyorum.
Bu süre içinde eserin yaklaşık 150 sayfasını ancak kaleme alabildim.
Çalışmamın yavaş ilerlediğinin farkındayım, bu, benim için de bir sıkıntı.
Nedeni, eldeki verilerin yetersiz, belgesiz ve söylenceye dayalı olması...

Hoca/Hocalar, Anadolu/Rum Selçuklu Devleti döneminde yaşamış.
Tiplemenin ilk kahramanı, II. Gıyasseddin'in sultan olduğu yıllarda doğmuş. Bu yıllar, aynı zamanda Moğol'un Anadolu'ya askeri olarak ciddi boyutta ilk girdiği yıllar.
Moğollar, istila sırasında savaşmadan/direnmeden teslim olan ülkelerde insanların canına kıymıyor, saltanatlarını yıkmıyor, yalnızca vergiye bağlıyor; askeri direnme karşısında ise, 7'den 70'e herkesi öldürüyor, devletlerini de tarihten siliyorlar.
Buna göre Anadolu Selçuklu yönetimindeki halkın önünde iki seçenek var:
Ya Moğol'a direnecek, ölecek, ya da işbirliği yapıp sağ kalacak, kukla olacak.
II. Gıyaseddin'in oğulları ve onların devlet adamları işbirliğini,
Erdil Yaşaroğlu'nun çağdaş Hoca yorumu...
Anadolu Yabgulu Türmenleri ve Nasreddiniler de direnmeyi seçiyor.
Bu iki zıt tercih, sarayla Türkmen halkı karşı karşıya getiriyor.
Öyle ki birbirlerini yermeye, iğnelemeye ve öldürmeye başlıyorlar.
'Moğol'a teslim olalım, canımızı kurtaralım' diyenlerin başında Mevlana Celaleddin-i Rumi,
'Direnelim, ölümü göze alıp Moğol'u topraklarımızdan atalım' deyinlerin başında da Şeyh Hace Nasreddin Ebu'l-Hakayık Ahi Evren Mahmud b. Ahmet el-Hoyi varmış.
Mevlana, Arapların 200 yıllık Cuha'sının fıkralarını Hace Nasreddin Ahi Evren'e adapte ediyor. Onu bilgisiz, hırsız, oğlancı, kadın düşkünü, sahte kadı vb. göstermeye başlıyor.
Yabgulu Türkmenleri de liderlerini ve kendilerini savunmak için adaletli, bilgili, aile babası, bilgin, güvenilir kadı, yurtsever, Moğol'la alay eden karşı Hoca fıkraları üretiyorlar.
• Birinci Nasreddin Hoca tiplemesi böylece oluşuveriyor.
Her ikisi de aralıklarla devlet yönetiminde etkili olmuşlar.
Ahi Evren güçlüyken, Mevlana'nın Alamut prensi hocası Şems-i Tebrizi'yi Konya'da,
Mevlana etkiliyken de Ahi Evren'i ve öz oğlu Alaeddin'i Kırşehir'de öldürtüyor.
Aradan yaklaşık 30 yıl geçiyor, Kastamonu civarında Çobanoğulları devlet kuruyor.
Liderlerinin adı, Muzafereddin Yavlak Arslan Bey. Bu bey Karamanlı ve diğer Türkmen liderleriyle birleşip Moğol'la savaşmaya başlıyor. Yenilmiyorlar ama savaşta Arslan bey ölüyor. yerine oğlu geçiyor.
Oğlunun adı Hace Nasreddin Mahmud b. Muzafereddin Yavlak Arslan.
• İkinci Nasreddin Hoca işte bu şahıs oluyor.
Tarih süreci içinde toplam kaç kişiye ulaştıklarını bilmiyoruz. Ama yaklaşık 200 yıl sonra Timur karşısında da varlık sürdürdüklerine göre sayıları bir hayli fazla olmalı.
Fatih Sultan Mehmet döneminde artık söylence durumundaymışlar.
Zamanla tipleme tek kişi olarak algılanır olmuş.
Bu algı, günümüzde de sürüp gidiyor...

Kaynak:http://nasreddinhocabirgun.blogspot.com.tr/2011/09/nasreddin-hocann-tarihi-on-bilgi.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder