20 Ağustos 2015 Perşembe

HARZEMŞAHLI CELÂLETTİN MENGÜBERTİ

    IRKIMIZIN KAHRAMANLARI – HARZEMŞAHLI CELÂLETTİN MENGÜBERTİ
Türk tarihinin büyük kahramanlarının çoğu, zafer yelleri ile at yarıştırmış kimselerdir. Fakat bu kahramanlar arasında bahtın güler yüz göstermediği öyleleri vardır ki, yiğitlikte öteki zafer abidelerinden hiç de geri olmadıkları halde, tarih sayfalarına yenilme ile biten kavgaların başları olarak geçmişlerdir. Tarihin en büyük ihtilâlini yaparak kafasını milleti için düşmanlara verenler, Türk ırkının en büyük düşmanına karşı küçük bir kuvvetle tarihin en şanlı savaşlarından birini yapıp tutsak düşenler, geri haçlı kafası ile birleşip ülkesine saldıran Avrupa’yı bir sillede yere serdiği halde, kendi ırkından bir başka kahramana yenilip ülkesini ve tahtını kaptıranlar Türk ırkının yine şanlı, yine ulu, lâkin bahtı kara kahramanlarıdır, işte Harzemşahlı Celâlettin de milletimizin böyle talihsiz yiğitlerinden biridir.
Babası Harzemşah Mehmed’in bir takım hayallere kapılıp Çingiz Kağan’a karşı gelmek istemesiyle iki devlet savaşa tutuştukları zaman, Celâlettin yetişmiş ve namı ülkesinde yayılmış bir yiğitti. Tanrı, onun yiğitliğini sınamak için karşısına önünde durulmaz bir adam ve bir ordu çıkarmış, Celâlettin’i, Çingiz Kağan’la, Çingiz orduları önünde yıllarca vuruşmak zorunda bırakmıştır. Harzemşahlı Türklerin bu kahraman çocuğu, Tanrı’nın bu büyük sınavında tarihe yüz aklığı ile geçmek başarısını gösterebilmiştir.
Orduları Çingizliler’e kısa bir zamanda yenilen Harzemşahlı Mehmed; yurdunu, tahtını, ailesini ve hazinesini kaybettikten sonra hayata gözlerini kaparken, Celâlettin öteki kardeşleriyle birlikte babasının yanında bulunuyordu. Bu ölümden sonra artık herşey onun üzerine kalmıştı. En sağlam kaleleri Çingizlilerin eline geçen, orduları darmadağın olan Harzemşahlar ülkesi için, bundan sonra ölünceye kadar didinen, çırpınan, savaşan en büyük kahraman o olacak, bu suretle Çingiz’i bile hayran bırakan kahramanlıklar gösterecek tarihin yiğit Türkleri arasında yer alacaktı.
Celalettin, babasının ölümünden sonra kardeşleri ve yetmiş atlı ile Harzem’e geçtiği vakit halk pek sevinmişti. Bu ünlü kahramanın Çingizliler’e karşı savaşacağını duyarak, dağılmış ordudan birçok er takım takım yanına geliyorlardı. Kendisi de boş durmuyor, dolaştığı yerlerden kuvvet topluyor, bazı beğlerle anlaşmalar yapıyor. Çingizlilerln elinde bulunan şehirleri ayaklandırmaya uğraşıyor ve ayaklandırıyordu.
Çingiz Kağan, Harzemşahların işini bitmiş sayarken, Celalettin’in iş başına geçip kendisine karşı gelmek istediğini görünce üzerine hemen bir ordu göndermişti. Bu ordu ele geçirilen şehirlerde çıkan isyanları kana boğarak bastırdıktan sonra. Celalettin üzerine de yürüdü. 1221’de yapılan çarpışmada Celâlettin, Çingizliler ordusunu bozdu. İçinde o kadar büyük bir öç duygusu vardı ki, ele geçirdiği tutsaklara büyük zulümler yapmaktan çekinmedi. Bu zaferden sonra kalelerinden birini kuşatmış olan bir Çingiz ordusunu daha vurdu, dağıttı. Sayıca az bir Çingizli ordusunun da üzerine saldırıp onların da işini bitirdi. Devletini yıkan ırkdaşlarından böylece öç çıkarmaya uğraşıyordu.
Harzemşahların yiğit çocuğunun kazandığı bu zaferler, büyük Kağanı kızdırmıştı. Ordularını yenen ve yere seren bu yiğitle çarpışmak üzere kendisi Celâlettin’in üzerine yürüdü. Ona Çingizliler’in gücünü göstermek istiyordu.
Celâlettin, büyük Kağanın kendi üzerine geldiğini duyunca çekilmeye karar verdi. Elindeki kuvvetlerle Çingiz’e karşı duramayacağını biliyordu. Bu kuvvetler bir ordu sayılamazdı. Çünkü orduda türlü Türk boylarından başka İranlılar gibi yabancı milletlerden kimseler de vardı. Türklerle bu yabancı milletler birbirleriyle uğraşıp dururlar, Celâlettin, onların aralarını bir türlü bulamazdı. Sonunda Türkler’den bir boy çekilip gitmiş ve Celâlettin’in ordusu gücünden düşmüştü. Çünkü ordunun ruhu Türkler’di. Çingiz ordularına karşı zaferleri onlar kazanmışlardı. Celâl, öteki milletlerden savaş alanlarında büyük bir varlık beklenemeyeceğini unutmuyordu.
Harzemşahlı Celâlettin, Sind suyuna doğru çekilmeye başlamıştı. Çingiz de gece gündüz yol alarak ilerliyor, onu yakalamağa uğraşıyordu. Ve sonunda Sind suyu boyunda ordularını yenen kahramana yetişti. Celâl, suyu geçmeye hazırlanırken Çingiz orduları yiğit ırkdaşlarını sarıverdiler. Harzemşahlı bahadır suyla ateş arasında kalmıştı.
Türk’ü Türk’le karşılaştıran kavgalardan biri olan bu çarpışma başlarken büyük Kağan, Celâlettin’in diri olarak tutulması buyruğunu vermişti. Onun için erleri ona ok atmıyorlar, yalnız çemberi daraltıp bu kahraman ırkdaşlarını ele geçirmeye uğraşıyorlardı. Celâlettin ise kendisini ve buyruğundaki küçük kuvveti saran üstün Çingiz ordularına karşı korkusuzca ve kahramanca saldırıyor, işitilmemiş yiğitlikler gösteriyordu. Fakat bu büyük kuvveti söküp atamıyor, her an daralan kıskaçtan kurtulamıyordu. Çember gitgide daralıyordu. Ve sonunda bir an gelmişti ki Celâl, artık bir gedik açıp kurtulamayacağını anlamıştı. Irkdaşlarının eline düşecekti. Lâkin o, gönlüne bunu kabul ettiremedi. Kendi ırkdaşları bile olsa, çarpıştığı kimselere tutsak olmayı pek ağır buldu. Zırhını çıkardı. Başka bir ata allayıp hayvanı suya doğru sürdü. Sancağı elinde, kalkanı arkasında bulunuyordu. Bu şekilde yardan ırmağa atladı. Karşı kıyıya doğru yüzmeye başladı. Buyruğundakiler de soyunarak kahraman başbuğlarının arkasından suya atıldılar. Tarihin birkaç büyük adamının zafer kazanmış ordularıyla geçtiği Sind suyunu, 1222’de Harzemşahların bu bahtsız kahraman çocuğu da yenilmiş bir savaşçı olarak ve küçük kuvveti ile aşıyordu. Bu öyle bir geçişti ki ulu kahraman Çingiz Kağan’ı bile heyecana getirmişti. Celâlâddin, sancağı ve kalkanı ile birlikte yardan suya atladığı zaman, Çingiz’in erleri bu yaman savaşçıyı yakalamak için ardına düşmek istemişler, fakat büyük Kağan onları durdurmuş, bu görülmemiş canlı levhayı seyre başlamış ve yanında bulunan oğullarına “bir babadan doğacak oğul böyle doğmalı!” demiştir. Yalnız bu hareket ve bu sözler bile Celâlettin’in kahramanlığını anlamaya yeter.
Bahtsız Celâl, Çingiz Kağanın ölümünden sonra bir aralık oldukça büyük bir güce sahip olmuş, hattâ İran ile Harzem’in bir bölümünü ele geçirmişti. Fakat onun kabarık sayılı ordusu yine de tam bir kuvvet değildi. Çünkü bu ordudaki Türkler bir dereceye kadar İranlılaşmışlar, Türklüğe has savaşçılık duygularını az çok kaybetmişlerdi. Töreden ayrılmayan ve vuruşta savaş şanından başka bir şey düşünmeyen Türkler asıl devlet saydıkları Çingizliler’e hizmet ediyorlardı. Celâlettin’in ordusunda bulunan savaşçılık ruhunu kaybetmemiş Türkler de fırsat buldukça Çingiz Devleti’ne kaçıyorlardı.
Bu şartlar altında iki ordu yine karşılaştıkları zaman Celâlettin’in üstün gelmesi zaten beklenemezdi. Fakat o, her zaman olduğu gibi bu vuruşmada da büyük kahramanlıklar göstermişti. Çingizliler ordusunun saldırışları karşısında kendi buyruğundaki İranlılar hemen dağılmışlar, İranlılaşmış Türkler de fazla bir savaş gücü gösterememişlerdi. Talihsiz kahraman, ordusunun bırakıp kaçtığı savaş alanında pek az adamla kalmıştı. Artık bu sefer kaçıp kurtulmak imkânsız gibi gözüküyordu. Çingizliler ordusu kendisini öyle sarmıştı. Fakat Celâl’in çelik iradesi yine sarsılmadı, önce korkaklık gösteren kendi adamlarından birinin üzerine yürüyüp onun işini bitirdi. Sonra ırkdaşlarının ordusuna saldırarak kahramanca vuruştu. Ve bu sefer de bir yol açarak savuştu, gitti.
Çingizliler ordusunu kendisine bir kere daha hayran bırakan Celâlettin’in bu bozgundan sonraki hayatı pek karışık geçmiştir. O, büyük bir sultan olmaya lâyıkken, çok kere bir çete başı gibi yaşamış, yoksulluklar içinde ve bahtın elinde çırpınmış, durmuştur. Son bir bozgundan da yine görülmemiş bir bahadırlıkla kurtulabilen Celâlettin, dağlarda kürtlerin eline düşmüş, şanlı ve acı kavgalarla dolu olarak geçen bahtsız bir hayatı yine bahtsız bir şekilde bir kürtün eliyle sona ermiştir.
Harzemşahlı Celâlettin, büyük Türk kahramanlarındandır. Eğer iyi bir muhitte yetişmiş olsaydı, tarihe büyük Türk başbuğlarından biri olarak geçebilirdi. Lakin kara bahtı onu hem Harzemşahlar devletinin o zamanki kötü çağında yaşatmış, hem de Çingiz Kağan gibi büyük bir savaş devinin karşısına atmıştı. Fakat uğradığı bozgunlara ve kaybettiklerine rağmen o yine ırkımızın kahramanlarından birisidir. 13’üncü yüzyılın ve bütün Türk tarihinin dev kahramanlarından biri olan Çingiz Kağana “bir babadan bir oğul böyle doğmalı!” sözünü söylettikten altı yüzyıl sonra Namık Kemal (*) gibi bir kahramanın gönlünü heyecanla çaptırması da onun yiğit ruhunun tanıklarıdır.
(*) Büyük Türk milliyetçisi ve hürriyet şairi Namık Kemal, duyduğu aşırı sevgi sonucu, Celâlettin’in anısına “Celâlettin Harzemşah” adlı eseri yazmıştır.
Kaynak: Irkımızın Kahramanları – Nejdet SANÇAR

Celaleddin Harzemşah


Harezmşahlar Devletinin son hükümdarı olan Celaleddin Harezmşah, genç yaşta Gazne ve çevresinin valiliğine getirildi ve bundan sonra babası Alaaddin Muhammed’in tüm seferlerine katıldı.


Selçuklu İmparatorluğu’ndan sonra Harzem bölgesinde kurulmuş olan Harzemşahlar Devleti’nin büyük hükümdarı Celaleddin Harzemşah’ın menkıbeleri, Türk tarihinin çok parlak sayfalarındandır.Harzemşah hükümdarlarından Alâeddin Mehmet, bütün İran’ı ve Maveraünnehir’i ele geçirmişti. Bu suretle Seyhun Nehrinden Dicle kıyılarına kadar büyük bir imparatorluk kurmuştu.

Fakat bu devirde Moğolistan’da Cengiz Han türemişti. Batı Türkelinde en büyük hükümdar ise Alâeddin Mehmet’ti. Bu Türk hükümdarının şöhretini duyan Cengiz Han, Mahmut Yalvaç adlı bir elçiyi Alâeddin Mehmet’e gönderdi.
Elçi, Cengiz’in şu sözlerini bildirdi: “Tanrı, Batı tarafında bulunan ülkeni bana verdi. Seni oğulluğa kabul ediyorum. Bana tabi olursan Müslümanlar rahatlık içinde yaşarlar”. Bu söze hiddetlenen Sultan Mehmet: “Sen de bilirsin ki benim ülkem ne kadar geniş, Devletim ne kadar kuvvetlidir! Senin Han’ın kimdir ki, kendisini benden büyük tutup bana oğlum der. Onun sanki ne kadar askeri var!” deyince, Moğol Elçisi: “Onun askeri seninkine göre ay ışığının güneş ziyasına oranı gibidir.” dedi.
Nihayet bu iki hükümdar aralarında bir dostluk antlaşması meydana getirdiler. Fakat Alâeddin Mehmet’in siyasi görüşleri kuvvetli değildi. Aynı zamanda da mağrur bir adamdı. Günün birinde Bizans’a mal götüren Moğol tüccarlarının mallarını yağma ettirip kendilerini de öldürttü. Bu olaya fazlasıyla hiddetlenen Cengiz Han, Batı Türkellerinin zaptına karar verdi.
Alâeddin Mehmet’in bir oğlu vardı. Adı “Celâlettin” idi. İşte, Celâleddin Harzemşah adıyla Türk tarihinde meşhur olan bu şahıstır.
Celâleddin, zekî olduğu kadar da yiğit bir delikanlı idi. Annesi Ayçiçek Hatun, büyükannesi ise Türkan Hatun’du. Babası Alaeddin Mehmet iyi bir asker, fakat zayıf bir politikacı idi. Rakibi Cengiz Han ise, tersine, büyük bir siyasi, fakat ancak normal çapta bir kumandandı. Savaşlarını komutanlarına yaptırıyordu.
Cengiz Han, tüccarlarının malları için tazminat istemek üzere Sultan Mehmet’e üç elçi gönderdi. Bunların birisi Buğra adlı bir Türk, ikisi de Moğol’du.
Alaeddin Mehmet, Buğra’nın başını kestirip Moğollara da hakaret ederek sınır dışı etti. Bu hakareti duyan Cengiz Han, 1219 yılında Büyük bir ordu ile Maveraünnehir’e doğru harekete geçti.
Cengiz’in üzerine geldiğini öğrenen Türkler, derhal Semerkant şehrini tahkim ettiler. Genç kahraman Celaleddin Harzemşah, atlılardan oluşan büyük bir kuvvetin başına geçti. Babası harbe gitmek istemiyordu. Fakat oğlu:
Asker, Hakanını başında görmelidir! diyerek babasını da ordusuna aldı.

Moğol kuvvetlerinin başında Cengiz Han’ın büyük oğlu Cuci bulunmaktaydı. Moğol kuvvetleri, Harzemşah Türklerinin üzerine şiddetli bir hücuma kalktılar. Bu şiddet karşısında Harzemşah ordusu bir paniğe uğradı. Fakat Celaleddin Harzemşah, yalın-kılıç Moğolların üzerine öyle bir saldırdı ki bu defa Moğollar perişan oldular.

Gece bastırdığında harbe son verildi. Fakat Cüci Han boş durmadı. Gece yarısı savaş yapılan ovanın bütün kuru otlarını ateşe vererek her tarafı dumana boğdu. Bundan faydalanarak ateş perdesinin arkasından bütün kuvvetlerini alarak kaçtı. Celaleddin’in yeterli ölçüde kuvveti bulunmadığından düşmanı takipten vazgeçildi.

Cuci’nin mağlubiyetini duyan Cengiz Han, fena halde içerledi. Bu defa 200.000 kişilik muazzam bir ordu hazırladı. Moğolların büyük hazırlıklarını duyan Alaeddin Mehmet, Gazne’ye giderek Atabey’lerle görüştü, akabinde asker toplamak üzere yola çıktı. Fakat Celaleddin Harzemşah, durumu pek tehlikeli buldu. Türkmen Oğuzlardan oluşan kuvvetini bir çölün içine çekti. Cengiz Han’ın orduları, 1220 tarihlerinde hiçbir mukavemet görmeden Buhara şehrine girdiler.
Cengiz Han, Buhara’da bulunan Ulu Câmi’ye atı ile beraber girdi. Ve dedi ki:
Burası Sultan Mehmet’in evi midir?
Hayır, burası Tanrı evidir! Diye cevap verdiler.
Cengiz Han, derhal atından inerek halka şu hitapta bulundu:
Ey ahali! Günahkarınız çok büyüktür. Ben ise gaza-ı ilahîyim; sizlerin başınıza Tanrının yaman bir belasıyım. Hakanınız Sultan Mehmet çok suçludur. Bize yapmadığını bırakmamıştır. Bu sebeple buralara geldim. Şimdi, yer altına gömdüğünüz ne kadar servetiniz varsa getirip önüme yığın!
Halk, bu putperest Moğol hükümdarından korkarak, gizledikleri ne kadar servetleri varsa hepsini teslim ettiler. Askerler ise Buhara’yı baştan başa yağma ettiler. Bundan sonra Cengiz Han, Batı Türkelinin yüksek bir medeniyet merkezi olan Semerkant şehrine hareket etti. Halk, bu şehri müdafaa etti. Moğollar şehre girince önlerine geleni kılıçtan geçirdiler.
Bu arada Sultan Mehmet, harpten kaçmıştı. Oğlunun nerede olduğundan da haberi yoktu. Moğollar Sultan Mehmet’in peşine düşmüşlerdi. Takibine gönderdiği üç kumandanına Cengiz Han şu emri vermişti:
Durmaksızın gidin, size tabi olanlara aman verin, olmayanları öldürün, çocukları esir edin. Kalelerini yıkın! Bu işi üç yıla kadar bitirin! Ben yurduma dönüyorum...

Sultan Mehmet, bir miktar maiyetiyle Harandar kalesine giderek aile ve hazinesini burada bıraktı. Kendisi de Irak istikametine kaçmaya başladı. Fakat yolda Moğollar karşısına çıkıverdiler. Atı, bir okla öldürüldü ise de kendisi kaçmaya muvaffak oldu. Nihayet Kuzgun denizine vardı. Burada Aboskon adasına sığındı.

Diğer taraftan Moğollar, Sultan Mehmet’in vezirini, küçük oğlunu ve Türkan Hatun’u Cengiz’e gönderdiler. Cengiz bunların hepsini öldürttü. Haberi alan Sultan Alaeddin’e bir fenalık gelerek yere yığıldı. O kadar sefalete düşmüştü ki, yanındakiler ölüsünü saracak bir kefen bile bulamamışlardı. Maiyetinde bulunan Mahmut Çavuş’un gömleğini kendisine kefen yaptılar. Ölmeden önce şu sözleri söylemişti: “ Ben, bütün bu toprakların sahibiyim. Şimdi mezarımı kazacak iki arşın toprak bulamıyorum!”
Sultan Mehmet, sefil bir surette hayata gözlerini yumarken oğlu Celaleddin Harzemşah da yanında bulunuyordu. Bu yalan dünyanın cilvesini o da görmüştü. Fakat doğudan kopan bu arkası kesilmez sellere karşı kabinde derin bir intikam hissi doğdu. Türk’ü anayurdundan eden bu kuvvetlere karşı bir Celaleddin ne yapabilirdi? Gözyaşları içinde babasının mezarını terk ettiği zaman hep bunu düşünüyordu. Yanında 70 kadar süvarisi vardı. Doğruca Harzem’e geldi.

Halk, hakanlarının oğlu Celaleddin’i görünce onu sevinç gözyaşlarıyla karşıladı. Dağılmış olan ordu tekrar düzene konuldu. Harzemşah’ın maiyetinde 7.000 kişi toplandı.

Celaleddin, babasının yerine tahta geçti. Bir müddet sonra da Moğolların üzerine taarruza geçerek onları mağlup etti.
1221 yılında Valyan Kalesini kuşattığı bir anda Moğollar taarruza geçtiler. Celaleddin Harzemşah, yalın-kılıç öne atılarak düşmanı perişan etti. Fakat gece yarısı Moğollar atlarının üzerine şal ve keçeden mankenler yaptılar. Bunları arkalarına dizdiler. Bu hali gören Harzemliler, Moğolların imdat aldıklarını zannederek kaçmak istediler. Celaleddin “Korkmayın, bu bir hiledir. Onlar daima harbi böyle hilelerle kazanırlar...” diyerek bu bozguna mani oldu. Bu suretle Moğol orduları bir kere daha mağlup edildiler.
Cengiz bundan haberdar olduğu zaman, bizzat Celaleddin’in üzerine yürüdü. Celaleddin ise, üzerine büyük kuvvetlerin geldiğini görünce Sind Nehri’ne doğru kaçmaya başladı. Bu nehrin öte tarafına geçmek istiyordu. Fakat Moğollar Celaleddin’in etrafını dört kat askerle sardılar. Yiğit Celaleddin, ateş ve su arasında bırakıldı. Bu anda ne yapabilirdi? Cengiz, onun diri olarak tutulmasını emretmişti. Celaleddin kılıcını çekerek tek başına çarpışmaya ve kendisini durdurmak isteyenlerin başlarını uçurmaya başladı. Fakat hiçbir düşman askeri ona ok atmıyordu. Ağır ağır içinde bulunduğu çember daraltılıyordu. Celaleddin, çemberi yarmak için bir sağa bir sola baş vuruyor, fakat muvaffak olamıyordu. Yapılacak tek şey vardı: Yorulmamış bir ata binerek kalkanını arkasına, Türk bayrağını eline aldı; yüksek bir yardan kendisini Sind Nehri’nin coşkun sularına atıverdi. Yüzerek karşı yakaya geçti.
Bu kahramanlık sahnesini Cengiz ve askerleri hayret ve hayranlık içerisinde seyretmişlerdi.

Sultan Celaleddin üç yıl sonra. 1224’te Kirman’a dönerek, devletini yeniden toparlamak için çalışmaya başladı. 1225 yılında Tebriz’i alarak, karargahını buraya taşıyan Celaleddin, 1228’de İsfahan’da Moğol ordusuyla çarpıştı. Kardeşi Gıyaseddin’in ihanetine rağmen Moğolları hezimete uğratan Celaleddin, takip sırasında sol cenahının Moğol tuzağına düşmesi üzerine, Luristan’a kaçtı.

Bir yandan da ülke içindeki isyanlarla meşgul olan Celaleddin 1230’da Ahlat’ı ele geçirdi. Ancak, kaleyi savunanlara ve halka karşı şiddetli davranışları, çevredeki Müslüman ülkelerin düşmanlığını çekti. Bunun üzerine Anadolu ve Suriye kuvvetleri birleşerek, Celaleddin’in üzerine yürüdü. Celaleddin, 10 Ağustos 1230’da Erzincan yakınlarında Yassıçimen Yaylasında hezimete uğrattı.

Celaleddin’in zayıflamasından faydalanan Moğollar tekrar saldırıya geçti. Moğol tehlikesinin kavrayamayan diğer Müslüman ülkeler, Celaleddin’in yardım talebini cevapsız bıraktılar.
Ağustos 1231’de Dicle köprüsü kenarında Moğolların baskınına uğrayan Celaleddin’in tüm maiyeti öldürüldü. Kaçarak dağlara çekilen Celaleddin Harezmşah, burada göçebeler tarafından öldürüldü. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder